30 Ocak 2022 Pazar

SEZEN AKSU OLAYI

 Baskıcı yönetimler altında şarkıcıların tavrını inceleyenler, şarkıcıları üç grupta toplayabilir: Baskıya boyun eğenler, baskiya direnenler, baskıyı görmezden gelenler... Genelde sonuncular en büyük grubu oluşturur.  


"Dünya yansa ben şarkımı söylerim" derler ve aslında bu duyarsızlıkları ile iktidara destek verirler. Baskıya boyun eğenler ise ikiye ayrılır: Menfaati olanlar ve korkusu olanlar... Muktedirle fotoğraf çektirilecekse menfaati olanlar tahta en yakın durur,


korkudan yanaşanlar yan koltuklarda oturur. Tahta yakın duranlar, her devirde iktidarın kaynağını yemiştir. Onları, 12 Eylül'ün paşa davetlerinde de, Semra Özal'ın papatya partilerinde de, Erdoğan'ın saray sohbetlerinde de,yüzlerinde aynı yapmacık gülümsemeyle poz verirken görebilirsiniz. 


Sevdikleri, iktidardaki değildir aslında; iktidardır. Baskıya direnenlere gelince... Onlar, şov dünyasının asi çocuklarıdır. Kimisi ciddi bir politik tavırla, kimisi hayranlarının zoruyla,kimisi özgürlüğünü savunma inadıyla, karşı durur baskıya... 

Özellikle hayran grubu kalabalık olanların en ufak itirazı bile öyle büyük gürültü koparır ki iktidar, tavır almak zorunda kalır. 


Son birkaç haftada, önce Tarkan, Enes Kara nın İntiharına dair mesajıyla iktidarın tepkisini çekti; sonra Gülşen, sahne kıyafetiyle, ardından Sezen Aksu, 5 yıl önceki şarkısıyla... Tarkan'ın mesajında eleştirdiği "bağnaz ve yobaz zihniyet”, gelip Sezen Aksu'nun "Havva ile Ådem'in cehaleti"ne değinen şarkısını hedef aldı. 


Devlet Bahçeli, fırsatı kaçırmayıp "Minik Serçeyi kuzgunluğa özenmekle suçladı. Bu isimlerin yandaş medyada neredeyse linç edilmesi karşısında pop dünyasının verdiği tepki üçe ayrılabilir: İtiraz edenler, boyun eğenler ve görmezden gelenler... Görmezden gelenler yine çoğunluktaydı, ama Tarkan'a, Gülşen'e ve Sezen Aksu'ya destek verenlerin sesi epey gür Çıktı bu sefer…


 İktidar yandaşlarına gelince:Bahçeli'ye alkış tutmak ta biraz zorlandılar. Ama sanırım aralarında iyi koku alanlar, muhtemel bir iktidar değişikliğinde hangi sofrada, kiminle fotoğraf çektireceğini hesaplamaya başladı.


27 Ocak 2022 Perşembe

İstanbul Havalimanı

 İstanbul havalimanı  taksi şoföründen, Ankara'daki saray danışmanına kadar herkesin dilindeydi, Almanların bitiremediği havaalanını, Türk müteahhitlerin 5 yılda tamamlayıvermesi... "Almanlar Türkiye'yi kıskanıyor" tezinin dayanağıydı.

Türklerin iftihar verilmesiydi. Erdoğan da İstanbul havalimanının açılışında, bunun tadını çıkarmış, alaycı bir tonda Alman hükümetine, "Verin Türk müteahhitlere bitiriversinler" demişti. İşte bu, "bir çırpıda bitiriverme"nin maliyeti pahalıya patladı.


İstanbul'a kar yağınca... O çabucak yapılı verilen havaalanının kargo binasının çatısı çöktü. Pist kullanılamaz hale geldi. Alana giden otoyollar kapandı. "Aceleyle açacağız" diye metroda tamamlanamadığı için kimse havalimanına ulaşamadı. Mahsur kaldı. Yine "Hızla bitirip seçime yetiştireceğiz" telaşıyla çevre oteller bitiremediğin den insanlar alanda mahsur kaldı. 


Yolcular "Otel isteriz" diye protesto gösterisi yaptılar. Tabii o zaman, halkın geçemediği yollardan polis hızla geçti ve 

göstericiler susturulup

Altlarına birer karton verilerek uyutuldu. 


Erdoğan'ın "daha büyük, daha görkemli, daha hızlı, daha kârlı”

ısrarı Hükümet, İstanbul Havaalanı'nın yerini açıkladığında, bunun çevreye büyük zarar vereceğine dair uyarıları, duymazdan gelmesi felaketin eşiğine getirdi. 


İstanbul'da yapım sürecinde 35 işçi öldü.  iş güvenliğinin önemsenmediği Türkiye'de gündem bile olmadı.  Oysa bu olay Almanya'da olsa yer yerinden 

İş güvenliğinin önemsenmediği, denetim sürecinin de hakkıyla işlemediği, daha ilk ciddi kar yağışından belli oldu. Kargo binasının çatısıyla birlikte, hükümetin “en iyisini, en hızlı yaptık" argümanı da çöktü. 


Bütün bu olanlardan Anlıyoruz ki  hem Havaalanı'nı hem alana giden yolları yapan, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın gözdesi müteahhitlerin kâr etmesi, ve  hükümetin de hızıyla övünmesi, her şeyden önemliydi. Ama İstanbul'a ulaşmaya çalışan bakanlar kendi elleriyle kapattıkları eski havaalanına inmek zorunda kaldı. İşte işin en trajikomik yanı da bu oldu.


15 Ocak 2022 Cumartesi

Gençlik ve Tarikatlar

 

Bir tarikat yurdunda kalan 20 yaşındaki tip öğrencisi Enes Kara'nın intiharı, bütün Türkiye'yi sarstı.

 Sadece bir gencin yaşadığı baskılar nedeniyle kendini binadan atıp canına kıyması değildi yürekleri yakan... Onun son çektiği videosunda bahsettiği

Umutsuzluktu...

 

Babasının, intihardan sonra "Bir sorunu yoktu, şikâyetçi değiliz” açıklamasıydı. O kadar anlattığı şeye rağmen sorunu yoktu demek ne büyük bir Talihsizlik ve Zavallılık aslında...

 

Yetkililerin, Yurt yönetiminin, Yandaş Medyanın sessizliğiydi. Toplumdaki büyük infiale rağmen, ana muhalefet partisi liderinin, Her büyük afet veya Olaylarda olduğu gibi yorum yapmaktan kaçınmasıydı.

Bütün bunlar, olayı bir gencin intiharı olmaktan çıkardı, bir gençliğin, bir kuşağın intiharı haline soktu. 

 

Türkiye'nin bir görünen, konuşan yüzü var; bir de suskun, saklı yüzü... Bu ikincisi, içten içe kanıyor.

Tarikat yurtlarında, kuran Kurslarında, yetiştirme yurtlarında, göçmenlerin çalıştırıldığı Atölyelerde, Tekkelerde, Ceza evlerinde, kendilerine dayatılan koşullara boyun eğen, acı çeken, örselenen milyonlar var. Bu derin ayrım, eskiden de vardı kuşkusuz...

 

Enes'lerin kuşağının farkı, ceplerindeki telefon... Babası, Enes'in ardından verdiği demeçte, "Telefon elinden düşmezdi" diyor. Enes, gözü nü yaşadığı hiçlikten, telefonunun ekranına çevirdiğinde Ne görüyordu?

Kendisine yurtta dayatılan dini kullanarak iktidar olanların semirmesini, din tüccarlarının sefa âlemlerini, arabada kokain çekip metres leriyle bira içen sözde müminleri, çalıp çırparak edindikleri servetle kendilerine yasaklanan dünyevi zevklere gömülen mütedeyyinleri…

 

Gencecik bir insan için böyle koca bir yalanla baş etmek zordur. İster istemez öfkelenirsiniz ve öfkenizi akıtabileceğiniz demokratik kanallar yoksa öfkenizi kendinize yöneltirsiniz. Muhtemelen tarikatlar, şimdi bu yaşananlardan sonra gençlerin elindeki telefonları toplayıp onların dış dünyayla temaslarını kesmeye çalışacaktır.

Oysa sorun, telefonda gördük leri dünyada değil, hapsedildikleri o zindan da... Daha doğrusu bu iki dünya arasında bu kadar derin bir uçurum olmasında... Enes’leri yutan da o uçurum aslında...

 

Onlara özgür bir yurt sunamayıp tarikat yurtlarına mahkûm ettiğimiz ve onların kendi hayatları için alacakları karara saygı duymadığımız sürece, o uçurumu kapatmamız mümkün olmayacak.