13 Aralık 2017 Çarşamba

Soma Gerçeği

 

Somada  cinayet gibi Bir kaza yaşandı. Hepimiz eli yüreğinde olayı yakından takip ettik.
Oradaki işçiler ekmek parası için çalışıyorlardı, Kimi  çocuğunun Okul masrafı için, Kimi Evlenmek için , Kimide Yıllarca kaldığı kiralık Evden kurtulup ev alabilmek için işe gidiyordu, Hepsinin de bir hayali vardı … ve orada çalışan işçilerin maalesef 287 si ölü olarak madenden çıkartıldı.
Bu Cinayet gibi yaşanan kazanın sürdüğü zamanda  birçok konuşmalar yapıldı
Maden denetlenmiş miş, herşey normal mış, böyle bir olayın olması tamamen  kazaymış mış,..  mış ta mış ,Oysa ki madenci olan bir  uzman arkadaşımız anlatıyor;
”Madenciliği bilen herkes bilir ki, ocakta ihmal olmazsa ne şekilde olursa olsun trafo patlamaz.  Çünkü bu trafolar yüksek korunaklı standartlarda imal edilir, edilmesi gerekir.” diyor
trafonun patlamasını soruyorum
”Trafo patlamaz, patlasa da ortama zarar vermez. Çünkü anti grizu (alev sızdırmazlık) özelliğine sahip olmaları gerekir. Bu şu demektir: Yer altında çalışan herhangi bir makine ve teçhizat, çalışma koşullarından dolayı, içinde bir kıvılcım, alev ya da başka bir olumsuzluk meydana gelirse bunu ortama yansıtmaması gerekir. Tabiri caizse içinde dinamit patlasa dışarıya sızdırmaz.
Koruma duvarı o denli güçlüdür”. diye cevap veriyor
Nedense televizyonlarda ahkam kesen pek çok etkili ve yetkili insan bu konuya hiç değinmiyor. Şirketin iş güvenliği kurallarına titizlikle uyan teknolojiyi, takip eden bir madencilik kuruluşu olduğundan söz ediyor. Teknoloji ve güvenlik önlemleri titizlikle alınsa böyle bir patlama yaşanmazdı.
Bu nasıl teknolojiyi yoğun bir şekilde kullanan şirket ki, daha ocakta kaç kişi olduğunu sayamıyor. Patlamanın ardından saatler geçtikten sonra bile ocakta kaç kişi öldüğü bilinmiyor.
Bu nasıl şirket ki, ocaktaki gaz oranını izleyemiyor… Şu saate kadar ocaktaki karbondioksit, karbon monoksit, metan ve oksijen oranları konusunda en küçük bir bilgiye sahip değiliz.
Bu nasıl şirket ki, olayın üzerinden bilmem kaç saat geçmiş olmasına karşın, iletişim sistemi kurmadığı için ocaklarda mahsur kalan işçilerin akıbeti konusunda bilgi sahibi olamıyor… Ya da bilgi sahibi de bunu kamuoyundan gizliyor.
Bu değerlendirmelerden anlıyoruz ki, ocakta trafo patladıysa, ya trafo alev sızdırmazlık özelliğine sahip değil ya da gerekli bakımları, testleri yapılmadı. Başka türlüsü mümkün değil, yer altında kullanılan tüm aygıtların içinde yangın çıksa bile ortama sızdırmayacak standartlara sahip olması gerekiyor çünkü… Sızdırır ve böyle yangınlara sebep olursa, orada kesinlikle ihmal aramak gerekir.
Bir trafo patladı diye, ocaklarda nakliyat aksamaz, asansörler (kafesler) devre dışı kalamaz. Onları çalıştıracak yedek güçlerin (jeneratörlerin = üreteçlerin) olması gerekir.
Öte yandan Madencilik Tüzüğü’nü şöyle bir okuyan herkes bile bilir ki, trafo gibi tehlike oluşturabilecek aygıtlar yeraltında özel olarak tahkim edilmiş yerlere konur. Her türlü önleme karşın bir yangın çıksa dahi yaygınlaşmasını önleyecek şekilde izole edilmiş (Örneğin, kesinlikle ağaç değil de beton tahkimat altına alınmış) ortamlara konuşlandırılır.
Neymiş, sistemden aşırı yük çekilmesi sonucunda trafo patlamış… Tek kelimeyle yalan… Sistemde olması gereken aşırı akın rölelerinin devreye girip elektriği kemesi gerekir diyor uzmanlar, çünkü. Kesmiyorsa devreden çıkarılmış olması gerekir. Bu da tek kelimeyle cinayettir.
Soma’da mızrak çuvala sığacak gibi değil. İhmal olmasa, denetimsizlik olmasa, işçinin hayatı sudan ucuz olmasa bu cinayet yaşanmazdı. Madenci ölümlerine “güzel öldüler”, madenlerdeki iş cinayetlerini “mesleğin fıtratı” diye izah eden bir iktidar olmasa aç gözlü Şirketler bu kadar pervasızca işçileri ölüme yollayamazdı. kısacası olan o madende ölen İnsanlara ve Ailelerine oldu  vay gidene demişler.

Tarım ve Hayvancılık ’ta Çöküş



                 

 Hemen her gün Fiyat artışları, zam Haberlerini dinlemekten bıktık, ‘’yine mi’’ dediğimiz bu Haberler, can sıkıntısının yanında, Aslında Ülkemizin de yavaş yavaş geldiği Noktayı gösteriyor.
Günümüzde Tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişin gerçekleştirilemediği ülkemizde, yoğun Nüfus baskısı ve Devletin Tarıma karşı Destek yetersizliği nedeniyle,– insan dengesi ve buna bağlı yaşanan sorunlar ülkemiz tarımının ve hayvancılığının en önemli yapısal sorunu Haline geldi.
 Daha birkaç yıl öncesine kadar Türkiye, sahip olduğu Toprak, Su kaynakları ve iklim şartlarından dolayı Tarım potansiyeli yüksek bir ülke iken. Buğdayın atasının bu topraklarda Ekolojik zenginlik bakımından dünyanın sayılı ülkelerinden birinde yaşıyor olmamıza rağmen. Toplam 230 bin ton Buğday ithal etti. Nasıl olur da ekmek, makarna gibi ürünlerin ham maddesi olan buğday üretimi Türkiye'nin en önemli tarımsal faaliyetleri arasında yer alırken, ithalatı her geçen yıl artıyor?
Bakın Birleşmiş Milletler ’in “Dünya Bakliyat Yılı” ilan ettiği 2016’da bakliyat tarafında dışa bağımlılık devam etti. Yerli üretim yetmeyince Kanada’dan Meksika’ya ABD’den Etiyopya’ya kadar birçok ülkeden nohut, mercimek, kuru fasulye ithal etmeyi sürdürdük.
Ülkemizin hayvan ihtiyacını karşılayan Güneydoğu Anadolu bölgemiz, Neredeyse 10 yıldır PKK’nın kıskacı Altında kalması, devletin Sıkıyönetim ilanı ve Son yıllardaki Göç yüzünden Hayvancılığın %70i bitme noktasına geldi.
Tarımın, çiftçimizin en başta gelen sorunu yüksek girdi maliyetleridir. Türkiye üretimin en önemli Girdileri olan Tohum, Gübre, Tarım ilacı ve Mazot bakımından ithalata bağımlıdır. Bu nedenle dövizdeki yükselme. İzlenen politikalar dışa bağımlılığı Artırdığı gibi üretimi de sürdürülemez hale getiriyor.
AKP hükümetlerinin uygulama tarım politikaları, küreselleşen piyasalar ve acımasız rekabet koşulları nedeniyle ürün/girdi değer eşitliğinde ki çiftçi aleyhine gelişmeler; üretim maliyetlerini aşırı şekilde Artırmış, buna karşılık ürün fiyatları gerçek anlamda yerinde saymış, hatta bazı ürünlerde gerilemiş tir.
1980’li yıllara kadar büyük ölçüde kendini besleyebilen ülkelerden biri olan Türkiye’de; daha sonra uygulanan neoliberal politikalarla tarımı çökertme sürecinin temelleri atıldı. O yıllarda başlatılan “üreticiyi ithalatla terbiye etme” politikası, günümüzde çok daha vahşi bir şekilde uygulanmakta; arz eksikliği nedeniyle fiyatı artan her ürünün fiyatının ithalatla düşürme kolaycılığına başvurulmaktadır. İthalatın çözüm olmadığı (pirinç, kuru fasulye, sap- saman ve kırmızı ette) defalarca görülmesine rağmen bu politika ısrarla sürdürülmekte ve bu konuda Devlet ne yazık ki kalıcı bir çözüm üretememektedir.
Oysaki ithalatı değil, üretimi hedefleyen, emekten yana, küçük ve orta ölçekli çiftçileri destekleyen tarım politikaları uygulansa, sürdürülebilir ve planlı bir tarımsal üretim politikası izlendiğinse bu sorun bitmezse de aza inecek, Toplum Daha rahat nefes alacaktır.

TARIM VE HAYVANCILIKTA ÇÖKÜŞ

 Hemen her gün Fiyat artışları, zam Haberlerini dinlemekten bıktık, ‘’yine mi’’ dediğimiz bu Haberler, can sıkıntısının yanında, Aslında Ülkemizin de yavaş yavaş geldiği Noktayı gösteriyor.

Günümüzde Tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişin gerçekleştirilemediği ülkemizde, yoğun Nüfus baskısı ve Devletin Tarıma karşı Destek yetersizliği nedeniyle,– insan dengesi ve buna bağlı yaşanan sorunlar ülkemiz tarımının ve hayvancılığının en önemli yapısal sorunu Haline geldi.

 Daha birkaç yıl öncesine kadar Türkiye, sahip olduğu Toprak, Su kaynakları ve iklim şartlarından dolayı Tarım potansiyeli yüksek bir ülke iken. Buğdayın atasının bu topraklarda Ekolojik zenginlik bakımından dünyanın sayılı ülkelerinden birinde yaşıyor olmamıza rağmen. Toplam 230 bin ton Buğday ithal etti. Nasıl olur da ekmek, makarnagibi ürünlerin ham maddesi olan buğday üretimi Türkiye'nin en önemli tarımsal faaliyetleri arasında yer alırken, ithalatı her geçen yıl artıyor?

Bakın Birleşmiş Milletler ’in “Dünya Bakliyat Yılı” ilan ettiği 2016’da bakliyat tarafında dışa bağımlılık devam etti. Yerli üretim yetmeyince Kanada’dan Meksika’ya ABD’den Etiyopya’ya kadar birçok ülkeden nohut, mercimek, kuru fasulye ithal etmeyi sürdürdük.

Ülkemizin hayvan ihtiyacını karşılayan Güneydoğu Anadolu bölgemiz, Neredeyse 10 yıldır PKK’nın kıskacı Altında kalması, devletin Sıkıyönetim ilanı ve Son yıllardaki Göç yüzünden Hayvancılığın %70i bitme noktasına geldi.

Tarımın, çiftçimizin en başta gelen sorunu yüksek girdi maliyetleridir. Türkiye üretimin en önemli Girdileri olan Tohum, Gübre, Tarım ilacı ve Mazot bakımından ithalata bağımlıdır. Bu nedenle dövizdeki yükselme. İzlenen politikalar dışa bağımlılığı Artırdığı gibi üretimi de sürdürülemez hale getiriyor.

AKP hükümetlerinin uygulama tarım politikaları, küreselleşen piyasalar ve acımasız rekabet koşulları nedeniyle ürün/girdi değer eşitliğinde ki çiftçi aleyhine gelişmeler; üretim maliyetlerini aşırı şekilde Artırmış, buna karşılık ürün fiyatları gerçek anlamda yerinde saymış, hatta bazı ürünlerde gerilemiştir.

1980’li yıllara kadar büyük ölçüde kendini besleyebilen ülkelerden biri olan Türkiye’de; daha sonra uygulanan neoliberal politikalarla tarımı çökertme sürecinin temelleri atıldı. O yıllarda başlatılan “üreticiyi ithalatla terbiye etme” politikası, günümüzde çok daha vahşi bir şekilde uygulanmakta; arz eksikliği nedeniyle fiyatı artan her ürünün fiyatının ithalatla düşürme kolaycılığına başvurulmaktadır. İthalatın çözüm olmadığı (pirinç, kuru fasulye, sap- saman ve kırmızı ette) defalarca görülmesine rağmen bu politika ısrarla sürdürülmekte ve bu konuda Devlet ne yazık ki kalıcı bir çözüm üretememektedir.

Oysaki ithalatı değil, üretimi hedefleyen, emekten yana, küçük ve orta ölçekli çiftçileri destekleyen tarım politikaları uygulansa, sürdürülebilir ve planlı bir tarımsal üretim politikası izlendiğinse bu sorun bitmezse de aza inecek, Toplum Daha rahat nefes alacaktır.