5 Kasım 2019 Salı

DUR ARTIK TAYYİP

 Yazıyorum, yazıyorum ama bana mısın diyen bir Allah’ın kulu yok, Eleştiriye gelince ahkâm kesen çok ne güzel demiş oya Baydar Özellikle Başbakan ”Erdoğan’da belirginleşen bu yeni toplum mühendisliği ve vesayet anlayışı, toplumu güdülmesi gereken sürü, kendini de çoban gören; çağdaş devlet yönetimi, paylaşımcı demokrasi, inanç özgürlüğü, başkalarının yaşam biçimlerine saygı gibi kavramlarla alâkası olmayan; dinî muhafazakârlığın imam anlayışı, padişahların kulluk anlayışıdır. Asrin Lideri, çobanımız tabii ki bizim iyiliğimizi gözeterek (!) bize nasıl yaşamamız, nasıl düşünmemiz, nasıl davranmamız gerektiğini vaaz eder. En doğru inanç, en doğru yol onunkidir. Herkesin bu yolu izlemesi gerekir. Nasıl yaşayacağımıza, bizlere neyin yararlı neyin zararlı olduğuna, kaç çocuk doğurmamız, nasıl davranmamız gerektiğine, ne yiyip içeceğimize, vb. karar veren odur.”

hop dedik! Bölük dur, Rizeli Recep sen de dur. Geçmişte, apoletli apoletsiz başka çobanların sizin inançlarınıza, yaşam biçimlerinize müdahale etmelerine, sizleri ve bütün halkı koyun saymalarına, iktidarınızı engellemek için darbeler, komplolar düzenlemelerine karşı çıkanlardanım. Mağdur olduğunuz dönemlerde hak ve özgürlükleriniz için yanınızdaydım, bu yüzden de şimdi alnım ak, komplekssiz konuşma hakkına sahibim. O günlerde, “Ama onlar iktidara geldiklerinde senin özgürlüklerine, senin yaşam biçimine saygı göstermeyecekler”, diyenlere, “Mümkündür, ama gerçekten demokratsak, herkes için adalet ve özgürlük istiyorsak, darbecilerin, vesayetçilerin toplumun bir kesimini mağdur etmelerine izin vermemeliyiz. Gün gelip de yeni muktedirler benim inanç ve düşünce özgürlüğüme, yaşam biçimime müdahaleye yeltenirlerse, bu defa onlara karşı mücadele ederiz,” diyordum. Bugün de aynı şeyi söylüyorum. Mağdurların hak ve özgürlüklerini korumak, kendi hak ve özgürlüklerimi, kendi inançlarımı veya inançsızlığımı, kendi yaşam biçimimi korumaktan vazgeçmek anlamına hiç gelmiyor

Anayasaya vicdan hürriyeti, inanç hürriyeti yazmakla bitmiyor bu işler. İnanç ve vicdan hürriyeti demek kişinin inancı doğrultusundaki yaşam biçimine müdahale edilmemesi demektir. İsteyenin rakı, isteyenin ayran içmesine; isteyenin örtünüp isteyenin açılmasına, isteyenin istediği cinsel tercihte bulunup bedenini istediği gibi kullanmasına devletin karışması değil, karışılmaması için müdahil olması demektir. Sizin inancınız içkiyi haram sayabilir, kadınların örtünmesini emredebilir, kadınla erkeğin toplum yaşamında eşit olmasını, birlikte görünmelerini, birlikte eğlenmelerini sakıncalı görebilir, vb… vb… İnancınıza, yaşamınıza, ahlâk anlayışınıza -doğru bulmasam da- saygılıyım, karışma hakkını kendimde görmem. Karışmaya kalkışanlara karşı yanınızda yer alırım. Ama sizin inançlarınızın gereklerini, yasaklarını kabul etmeye, sizin tasavvurunuza göre yaşamaya hiç mecbur değilim. Topluma karşı bir suç işlersem, cezası mevcut yasalarda yazılıdır. Çevreyi rahatsız edecek kadar aykırı davranışlarım olursa toplumun ayıplaması veya dışlaması ile karşı karşıya kalırım. Devletin/ iktidarın görevi kamu düzenini, herkesin özgürlüğünü, herkesin kendi doğru bulduğu şekilde yaşamasını sağlayarak korumaktır. Bunun için belli konularda özendirici olunabilir, ama yasaklayıcı olunamaz. Yasaklayıcı olunduğunda rejimin adı değişir.

“Ben, ben” diye konuştuğuma da bakmayın, size haber vereyim ki ben milyonlarım, bu toplumun en az yarısıyım. Sufî geleneğin derin izlerini barındıran, ne liberal urba kuşanmış muhafazakâr siyasal “İslamcılığın” değil gönül Müslümanlığının yurdu olan bu topraklarda, insanlar toplum mühendislerinin kendi projeleri çerçevesinde biçtikleri gömlekleri giymekten bıkıp usandılar. Her kesimden fanatikler ve muktedirler bir yana, bu toplumun çoğunluğu: inançlısı, inançsızı, artık Onuncu Köy ’de buluşmak, huzur içinde özgürce yaşamak istiyor. Ben inançlı dostumun iftar masasını o benim çilingir soframı aynı yürek genişliğiyle hazırlayabildiğimizde; ben inananların inanç özgürlüğü için, onlar benim inanmama özgürlüğüm için bütün muktedirlere ve diktatörlere karşı ortak mücadele edebildiğimizde, işte o zaman bu ülkeye gerçek barış gelecek.

7 Şubat 2019 Perşembe

Devir AKP Devri, var mı itirazı Olan


                                                    Devir AKP Devri, var mı itirazı Olan
Türkiye AKP‘nin 18 yıl içinde resmen evrim geçirdi.  Kişisel darbelerle farklı isimler altında orduya emniyete odalara basına   hakim ve savcılara darbe yapılarak tüm taşlar yerinden oynatıldı.  Sonra sıra siyasete geldi. HDP'den ,CHP den ,başkanlar milletvekilleri halkın seçimine saygı duymaksızın tutuklatıldı. Bu süreçte on binlerce kişi kanun hükmünde kararnamelerle (KHK) işten atıldı ve 16 Nisan'da yapılan referandum ile cumhurbaşkanlığı sistemine ve tek adamlığın aslında beceriksizlik gösterdiği bir döneme geçildi. İşte ne olduysa bundan sonra oldu.
 Seçildiği günden beri yasama, yürütme ve yargı üzerinde etkisi bilinen ama tarafsız yargı sözleriyle halkın aklıya dalga geçen ümmetin lideri OHAL ilanıyla bu etkisini kalıcılaştırdı ve 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan Anayasa değişikliği ile de bunu yasal hale soktu.
Basın kuruluşlarının kapatılmasıyla birlikte siyasi partilerin mesajlarını halka ulaştırmasını zorlaştı,  taraflı bir basın yayın organı yarattı. Siyaset yapılacak bütün demokratik kanallar kapatıldı. Darbe girişimini bir fırsat olarak görüp darbecilerle hesaplaşmak yerinde bu girişimi de bir baskı aygıtına dönüştürerek kendi çıkarı için mazlumları muhalifleri aydınları cezalandıran bir iktidarın dayattığı yeni rejim açık bir darbe rejimi olmaktan geri kalmadı. Türkiye ve tüm yurttaşlarımız çifte darbe mağduru oldu.
15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen olağanüstü hâl (OHAL), 20 Temmuz'da ikinci senesini doldurdu
İlgili resmi kurumlar herhangi bir sayı açıklamadı ancak BBC Türkçe'nin akademisyen ihraçlarının başladığı 1 Eylül 2016'dan bu yana derlediği verilere göre, Türkiye'de son bir yılda en az 23 bin 427 akademisyen ya kadro hakkını kaybetti, ya ihraç edildi ya da çalıştığı üniversite kapatıldığı için işsiz kaldı.
Türkiye'nin çeşitli şehirlerinde binlerce öğrencinin hali hazırda eğitimini sürdürdüğü 15 vakıf üniversitesi, Öve öve bitiremedikleri ‘’sayın hoca efendi’’ dedikleri  'Fethullah Gülen cemaati ile ilişkisi olduğu' gerekçesiyle kapatıldı.
Bu üniversitelerde çalışan idari personelin net sayısı bilinmiyor. Yüksek Öğretim Kurumu'nun (YÖK) sitesinde belirtilen rakamlara göre ise 3 bin 808 öğretim görevlisi işsiz kaldı.
Kapatılan üniversitelerin garantörü olan bazı üniversiteler, binlerce öğrenci kabul edecek kapasitede yeterli derslikleri ve akademisyenleri olmadığı gerekçesiyle öğrencileri kabul etmedi.
Bunların ardından YÖK karar değiştirerek kapatılan üniversitelerin öğrencilerinin yeniden tercih yapacağını duyurdu ve binlerce öğrenci, üniversiteye ilk giriş puanlarıyla yeniden tercih yaptı. Kısacası
Ortalık toz duman Irkçılık ve ötekileştirilme sınıflandırılma olayı Üniversitelerden Sokaklara taşmış durumda. Kılık kıyafet bile artık toplumun her kesiminde ciddiyetle ele alınmaya başladı. Sokaktaki kadınların şort giydi elbise giydi diye saldırıya uğraması, Aydın kesimin yerini yavaş yavaş cahil bir topluma bıraktığı, din ile siyasetin bir arada yürütüldüğü hatta din ’in parayla satıldığı, karanlık bir geleceğe bırakılan bu ülkenin geldiği noktayı ortaya koymaktadır.