15 Aralık 2020 Salı

İŞ ÇOK ÇALIŞAN YOK

 

5 yıldır mecliste olmakla öğünen AKP Konya Milletvekili Ahmet Sorgun, Türkiye'de kriz olmadığını iddia ederek, kendilerine 'yandım, bittim, işsizim, açım' diye gelenler olduğunu, iş beğenmediklerini öne sürmüştü. Bu aralar Asgari ücretin konuşulduğu sırada bende rahat rahat oturduğu yerden konuşan bu beylere seslenmek istedim.

Siz de biliyorsunuz ki 2300 tl ye geçim olmaz Ücreti 3500- 4000 yapın bakın bakalım iş beğenmeme Var mıymış?

 Ülkemizde en az kira tutarının 1800 tl olduğu, halkının kullanmadığı suya günde 3 milyon 480 bin, yılda ise 1 milyar 270 milyon 200 bin lira ödendiği bu ülkede CB nin en az 3 çocuk diye yırtındığı ama 2300 TL ile geçinmeye çalışırken.’’ bu çocuklar ne yer. Ne içer. Nasıl büyür.  Bunca masrafın altından nasıl kalkarlar ‘’diye hiç düşünmüyor. Lgs sınavını kazanan gençlere kalacak yurt yaptırmayan hükümet evinden uzakta kalan çocuklara ’’siz işinizi bilirsiniz. elbet kalacak yer bulusunuz’’ edasıyla sessiz sedasız gemisini yürütüyor

‘’Bu ülkede işsizlik yok iş beğenmeme var’’ diyen bakana. hükumet bu halkın isyanı ile alay edercesine yılda 150 -200 TL Asgari ücrete zam yapıyor.

‘’Aman milletvekili olalım da hayatımız 5 yılda kurtulsun ‘’diye düşünerek Meydanlarda karalama politikası ile iftira yalan dolanla kazanılan seçimlerde yine onlara o oyu veren halkı görmezden gelerek, kendi Ailelerini ve yakınlarını Garantiye alırken. Yüzleri kızarmadan meydanlarda ‘’ekonomimiz uçuyor, dünya bizi kıskanıyor.’ ekonomi bu yıl % 30 daha iyi’’ yalanlarıyla Dünyaya pembe gözlüklerle bakarak güllük gülistanlık sandıkları ülkemizde dolar karşısında eriyip. bit kadar olan TL karşısında ‘’bize ne dolardan bizim dolarla işimiz yok’’ sözlerini sarf ederken insanların gözüne bakarken kızarmayan yüzleriyle bu toplumun aklıyla oynuyorlar.

Mademki 2300 tl ye Geçinile biliyor. Mademki dolarla işimiz yok siz neden ısrarla o koltuklarda oturuyorsunuz vatanseverliğiniz var desem değil.. Milliyetçilik damarlarınız tuttu desem o hiç değil

Hadi diyelim ben yanıldım. O Zaman gösterin dürüstlüğünüzü öğretmen maaşı kadar maaş alarak geçinin de görelim.

Siyaset bedava olsaydı hangi biriniz bu kadar çırpınırdınız. Hanginiz bunca yıl stres sinir harbine rağmen o koltuklarda oturur du?

Kendi çıkarlarınız için yasaları kendinize göre değiştirip aman koltuk gitmesin diye Anayasa maddesini bile değiştirirken. Hangi vatansever damarınızla yaptınız diye sormak gerek. Kimin iyiliği için yapıldı?

Sayenizde ırkçı olduk kardeşimiz dediğimiz azınlıklara düşmen kesildik. Elin aç susuz Araplarına kucak açarken Kürtlere ülkeyi işgal eden düşman gibi davrandık. Din diyerek oturduğunuz o koltuklarda. Size inat Din’e karşı olan Nesiller yetişti. Adaletsiz dağıtılan gelirler sayesinde gelir uçurumu oluştu.

Bir zamanlar orta direk diye bir kısım vardı sırtımızı dayadığımız devlet Hasta hanelerimiz vardı. Şimdi orta direk tam ortasından kırılırken. Hasta hanelerde ticarethane oldu.

Eskiden parası olmayan hastanede rehin kalıyordu. Şimdi parası olmayan evinde ölüyor.

Devlet üstündeki yükü azaltmaya çalışırken kendi yükünü halkın sırtına bindirdi. 2300 tl ye taşı taşıyabilirsen az mı geldi seçimler var yaşasın 2023 yılı hadi bize kolay gelsin. Durmak yok yola devam.

14 Aralık 2020 Pazartesi

TEK BAŞKANLIK SİSTEMİ

 Tek başkanlık sistemine geçileceği dönemde, Yeni akit gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak kanada'da katıldığı bir konferansta Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın başkanlık seçilmesi durumunda halife olacağını ve Aksaray'daki odalarında hilafet temsilcilikleri açılacağını söylemişti yine 2019'da Emine Erdoğan'ın daha önce yapmış olduğu yeryüzünde halife olmanın sorumluluğunu taşıyoruz sözleri unutulmadı elbette, Belki de bu nedenden ,dolayı halife olma yolunda yavaş yavaş adım atma çabası göstermesinin halifelikle bağlantılı olabileceğini düşünmek doğru olur diye düşünüyorum.  örnekle verecek olursak attığı adımları şöyle sıralayabiliriz

Avrupa ülkeleri ile iyi ilişkiler içerisinde iken aynı zamanda bütün Arap ülkelerini bir arada toplamaya çalışması, onlara yardım etmesi, Osmanlı dönemini örnek alarak sürdürdüğü yaşam biçimi, İmam Hatip okullarını çoğaltarak dindar bir kesim yetiştirmesini sağlamaya çalışması, ve bununla ilgili kendini sağlama almak adına olduğunu düşündüğümüz iç savaş çıkarsa kendini garantiye alabilecek şekilde bazı adımlar atması bu konuda halifelik için atılan İlk adımlar düşüncesini artırıyor .


Tayyip Erdoğan'ın sadece hedeflediği  başka planları da var elbette örneğin Ergenekon olayında ve 15 temmuz olayında planlı yapıldığı düşünülen bu darbe olayları hakimler savcılar emniyet güçleri ve askeriyenin en tepesindeki paşalardan  en küçük rütbeli Askerine kadar yüzlerce insanın tutuklanıp görevden alınması ve bu hapishanede ne tesadüftür ki farklı şekillerde belirtilen hastalıklardan ölmeleri aslında düşündürücü bir konudur


Bu son günlerde internette dolaşan bazı ses kayıtlarına göre halen tasfiye edileceği planlanmış yüzlerce cumhuriyetçi üst düzey asker olduğu yönünde iddialar var bunun gerçek olup olmadığı önümüzdeki günlerde elbet teki belli olacak Türkiye büyük bir kaos yaşarken ekonomik krizin ortasındayken farklı farklı konular gündemde tutularak asıl gerçek önemli konulardan uzakta kırılmaları basın yasağının getirilmesi insanların çok önemli konulardan bir haber yaşaması ebetteki düşündürücü Ve yine bazı iddialara göre İzmir ve Ankara'da 17 tane askerin deşifre edildiği için öldürüldükleri ve gizli tutulduğu konusunda söylemler var


Öyle görünüyor ki Türkiye Irak, Libya, İran Arap ülkeleri gibi kötü bir sürece girecek Tayyip Erdoğan'ın lider olma hırsı bazı kişiler tarafından büyük bir hastalık olarak değerlendiriliyor kaybetmeyi bilmeyen hazımsızlık gösteren ne olursa olsun bir şekilde hep lider kalabilme çabası içinde varlığını sürdürmesi Türkiye'de hala büyük bir huzursuz ve rahatsız etmekte oysaki erdemlik yeri geldiği zaman çekilmeyi de bilecek kadar onurlu olmayı gerektirir eminim yıllar sonra Tayyip Erdoğan hakkında tarih kitapları Adolf hitler'e yazılan sözlerin aynısı ile anılacak



26 Kasım 2020 Perşembe

YENİ DÜNYA DÜZENİ Mİ KURULUYOR

 Dünya'ya hükmeden küresel güçler dünya nüfusunu azaltarak insanları daha rahat kontrol altına almak istiyor! Yıllardan beri dillendirilen bu komplo teorisini çok sayıda araştırmacı kabulleniyor! Peki, uluslararası güce sahip olan devletler ve örgütler nüfus azaltımı için hangi yollara başvuruyor? İ o sorunun cevabını bulduğum bu  kaynaktan sizlere aktarıyorum.

1. KITLIK PAKTI (PACTE DE FAMINE)

Amerikalı aklın ürünü olan popüler düşüncenin aksine, nüfus azaltımı komplo teorileri, aslında Fransızlara ve onların 18. yüzyıl sonlarındaki kötü şöhretli Kıtlık Paktı (Pacte De Famine)'na mal edilmelidir. O dönemde, olumsuz hava koşullarının ve nispeten zayıf tarım yöntemlerinin bir arada olması, Fransa'nın birçok bölgesinde ciddi bir gıda sıkıntısı üretti ve bu durum gıda ve diğer mal fiyatlarının yükselmesi ile sonuçlandı.

2. İNSAN GENOM PROJESİ BİR ÖJENİ PROGRAMIDIR

İnsan Genom Projesi’nin birçok faydasının yanı sıra hakkında üretilen komplo teorileriyle de ünlü. Örneğin projenin, aslında bu gezegen için alt tabaka ve elverişsiz olarak kabul edilmiş olan insanları yok etmek için daha iyi yöntemler geliştirmek geliştirildiğine inanan komplo teorisyenleri de var.Bu komploya göre, projenin nihai hedefi dünyada "kötü genlerin" belirlenmesi ve ortadan kaldırılmasıdır.

3. KÜRESEL ISINMA DÜNYA NÜFUSUNU AZALTMAK İÇİN BİR MAZERETTİR

Kendi başına küresel ısınma zaten çok tartışmalı bir konudur. Onun varlığı, kabul edenler ve reddedenler arasındaki hararetli tartışmanın sabit konusudur. Reddedenler kampındaki bazı teorisyenler, küresel ısınmayı durdurmak için yapılan kampanyanın sadece nüfus azaltımı programını uygulamaya yönelik bir üçkağıt olduğunu ifade etmiştir. Onlara göre, fosil yakıtları ve zararlı maddeleri azaltmak için savaşmak, aslında geniş çapta yemek ve enerji ürünlerinin dünyanın her tarafında azalması demektir. Bu insan yapımı kıtlık ve yoksulluk, yeni bir dünya düzeni uygulamak için bu düzenin arkasında olanlara bunu kolaylaştırarak, daha sonraları dünya çapında bir soykırımla ve küresel ekonominin imhasıyla sonuçlanacaktı.

4. PANDEMİLER NÜFUS AZALTIMI GİRİŞİMİDİR

Komplo teorisyenleri pandemilerin(salgın hastalıkların) aslında dünya nüfusunu azaltmak üzere bazı uğursuz gruplar tarafından yayıldığına inanıyorlar. Aslında bazıları, 1918'den 1920'ye kadar yaklaşık 20-100 milyon insanın ölümüne sebep olan ve olağanüstü bir şekilde yıkıcı olan İspanyol gribinin -aynı zamanda Amerikan ordusunun yanlış giden bir deneyinin sonucu olarak tanınan- kasıtlı bir nüfus azaltımı planı olduğunu savunuyorlar. Sonuç olarak, insanlığın şimdiye kadar geçirdiği tüm salgınlar -domuz gribi ve Ebola dahil- aslında dünya nüfusunu azaltmak isteyenler tarafından yaratılan yapayhastalıklardır. Ayrıca pandemilerin, ilaç şirketlerinin ilaç satışlarını yükseltmek için yarattıkları da yaygın düşünceler arasında.

5. GEORGIA GUIDESTONES ANITI NÜFUS AZALTIMI GÜNDEMİ İÇİN BİR UYARIDIR

Hiç kimse Georgia Guidestones Anıtı'nı kimin ve neden inşa ettiğini bilmiyor. Amerika'nın Georgia Eyaleti'ndeki ElbertCounty şehrinde bulunan ve aynı zamanda Amerika'nın Stonehenge'i olarak bilinen bu yükselen yapının üzerine, insanlığın genel refahı uğruna takip edilmesi gereken 8 dildeki 10 ilke kazınmıştır. Ancak, komplo teorisyenleri yazıların aslında nüfus azaltımı projesini hayata geçirecek güçlere ışık tutmak için yazıldığını düşünüyor.

6. GIDA YASASI (THE CODEX ALIMENTARIUS) DÜNYANIN GIDA TEDARİĞİNİ KONTROL EDECEK OLAN PLANLARI İÇERİR

Dünya Sağlık Örgütü tarafından oluşturulan Gıda Yasası, gıda güvenliği için yapılan, ülkelerin takip edebileceği veya reddedebileceği bir dizi yasadan ibaret olduğu söylense de; komplo teorisyenlerine göre bu aslında dünyanın gıda tedarikini kontrol ederek gezegenin yarım milyondan fazla nüfusunu öldürme planıdır. Onlara göre Gıda Yasası, doğal gıdalar yerine genetiğiyle oynanmış gıdaların yayılmasını ve vitamin ve minerallerin aşamalı olarak azaltılmasını teşvik etmektedir. Sözde, yasanınarkasındaki insanların nihai hedefi, 3 milyar insanın beslenme bozukluğu ve yaşam tarzından kaynaklanan hastalıklar yüzünden ölmesidir.

Ve yine   komplo teorisine göre  corona  insan nüfusunu 500 milyona indirmek için  çok iyi bir  bahane  inşalar tarafından imal edilen bu hastalık tamda bu iş için biçilmiş kaftan.

11 Kasım 2020 Çarşamba

İZMİR DEPREMİ

 Bakın bu yazı İzmir depremi ile alakalı çok şeyi bize ne güzel anlatıyor. Yazarını bilmiyorum. Ama duygularıma tercüman oldu ve sizlerle de paylamak istedim

Tanrı’nın mucizelerini esirgediğiülke. Japonya.

Onlar; ne Hazret-i Musa’ya, ne İsa’ya iman ettiler. Ne de son peygamber Hazret-i Muhammed’e.

Ülkenin %52’si herhangi bir kurucusu ve kutsal kitabı olmayan Şintoizm dinine inanıyor.%35’i Budist.

%7’si hiç bir dine inanmıyor.%2.5’i Hristiyan. Müslüman nüfus ise %4’lük diğer inanışlar sınıfı içinde yer alıyor. İşte tam da bu sebeple, Tanrının unuttuğu ülke Japonya.

O’nun gazabına da, rahmetine de rastlanılmıyor bu ülkede.

Deprem örneğin…

Japonya’da deprem ilahi bir ikaz değil. İzmir depremi

Zina ve zulüm arttığı zaman ortaya çıkmıyor. Kıyametin alameti de sayılmıyor.Japonlar’a göre deprem önlenemeyen bir doğa olayı. Evet depremi önleyemiyor Japon bilim insanları. Âmâ onun öldürücü etkisini önemli ölçüde ortadan kaldırabiliyor. Öyle olunca da Demirinden, çimentosundan çalınmış apartman enkazları altından, 65 saat sonra Tanrı’nın bir mucizesi olarak Elif bebekler sağ olarak çıkmıyor.

Ve Japon cumhurbaşkanları; “Seni, kardeşlerin Elzem ve Ezel’i, İdil’i, İnci’yi ve daha birçok evladımızı bizlere bağışlayan Allah’a şükürler olsun.” diye mesaj atmıyor.

Çünkü biliniyor ki;

Japonya’da Tanrı o işlere karışmıyor.

Maden ocaklarında göçükler, fıtrat nedeniyle olmuyor. Ölenler güzel ölmüyor. Ve demiryollarında sinyalizasyon sistemi demiryolu taşımacılığının olmazsa olmaz bir şartı olarak kabul ediliyor.

Pisi pisine yaşanan ölümlerde suç Tanrı’ya atılmıyor. Bütün bu sayılanları duyamazsınız Japonya’da…Ama depremin üçüncü günü şehre su veremediği için bir belediye başkanının intihar ettiğini duyabilirsiniz.

Veya imar işlerinden sorumlu bir belediye başkan yardımcısının deprem konutlarını süresi içinde yaptıramadığı için kendini yakarak öldürdüğünü.

Peki ya bizde?

Güzel ülkemde depremler; ilahi bir ikaz.

Ölümler; kader. Kurtuluşlar; Tanrı’nın mucizesi. Ve öyle olunca da; Katil müteahhitlerin hiç bir suçu yok olan bitende. Hatta onları yüksek mevkilerde görebilirsiniz.

1999 Düzce depreminde 20 kişiye mezar olan Işık Apartmanını hatırlıyorsunuz değil mi?

Peki, 3 katlı olması gereken yere 7 katlı o binayı diken Müteahhit Hamza Cebeci ve ortağı Fahri Çakır’ı hatırlayan var mı?

Hamza Cebeci, kendi ailesinden de 4 kişinin hayatını kaybettiği bu olaydan yargılandı ve 10 ay ağır(!)

Hapis cezasına çarptırıldı. Sonra ne mi oldu

2001 yılında AKP’nin kuruluşunda görev aldı.

28 Mart 2004 Yerel Seçimlerinde AKP’den Üsküdar İlçe Belediyesi Meclis Üyeliğine seçildi.

Daha sonra İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi İmar Komisyonu Üyesi oldu.

Ardından 2015 yılında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlı olan Darülaceze’nin başkanlığına getirildi.

Hamza Cebeci, son olarak 9 Mayıs 2020’de Cumhurbaşkanı Danışmanlığına atandı.

Ortak Fahri Çakır ise; 2003 seçimlerinde AKP milletvekili seçilerek yargılanmaktan kurtuldu.

Halen AKP Düzce Milletvekili olarak Meclis’te bulunuyor.

Elin gavuru depremlere rağmen rahat biz hala Allah’ın mucizesi diyoruz. Ne diyeyim Allah Akıl fikir versin. Pardon o beyni Kullanmayı nasip etsin.

28 Nisan 2020 Salı

NERDE O ESKİ RAMAZANLAR

 B enim çocukluğumda davulcular sahurda Mani söyleyerek geçer di, davulcuyu gören mahalle sakinleri daha bir keyifle davul çalsın diye, hediye havlular mendilleri veya para verirlerdi. Komşuluk ilişkileri daha bir sıcak ve samimiydi. Komşular uyanmış mı diye kontrol etmek amaçlı, birbirilerine pencereden seslenir, olmazsa kapılarını çalarak uyandırırlardı.

Sahurda Mahallenin Sakinleri o Sokakta Yaşayan yaşlı komşuları evlerine davet eder veya birer kap yemek yollarlardı. Ayni işlem akşam iftar saatinde de yapılırdı. Kimse aç kalmazdı.

Bilirdik ki mahalleli olmak Aile olmak gibiydi. İlişkiler sıcacıktı, hiçbir mahallede yaşlılar sahipsiz kalmazdı.

Ramazan ayında özelliklede bayrama bir gün kala Akşama kadar yine komşular birbirilerinin evinde toplanıp. Birlikte baklavalar açar, sarmalar sarılır börekler yapılırdı. Çocuklar sokakta mahalle aralarında oyun oynamaktan eve girmezlerdi. Kimse çocukları için endişe durmazdı çocuk tecavüzleri sapkın ilişkiler yoktu. Kimsenin aklına o kadar kötü bir düşünce gelmezdi,

 Şimdi bakıyorum artık ramazanlar tatsız tuzsuz sıradan mahallelerin terini siteler apartmanlar aldı. Karşı komşunu tanımayan yaşadıkları sitede kim var, kim yok bilmeden mümkünse kimseye selam veremeden evlerine kapanan, komşuluk yapmak yerine, her gününü kafelerde, parklarda, sinemalarda, geçiren yaşadığı apartmandan ve çevresinden bihaber yaşayan insan topluluğu var.

Bırakın bayramlar da, güncel yaşamda bile çocuklarını kapı önüne bırakmaya korkan, parklarda çocuklarının dibinden ayrılmayan, çocuklar zaman geçirsin diye saklambaç, körebe, bilye oyunu, ip atlama,  hatta evcilik oyunu nu bile artık bilmeyen çocuklar ın ellerine Akıllı telefon laptop veya bilgisayar verip oyalıyoruz.

El öpmenin gereksiz görüldüğü bir dönemde yaşıyorken, Coronadenilen bir virüs tüm dünyayı esir aldı. Dini gösteriş haline getirip camilere reklam yapmak için giden insanları, çocuk sapıkları, Barlarda sabahlayan rahat ve sorumsuz yetişen gençleri, ormanları sırf bina yapmak uğruna yakan doğa düşmanlarını, sevgilisiyle yaşamak adına eşini çocuklarını ihmal eden Sözde babaları dize getirdi. Şimdi herkes evinde, aynı evde biri birilerinin yüzünü görmeyen Aile bireyleri belki de asıl şimdi birbirilerini tanımaya başladı,Evet alışık olmadığımız bir yaşam biçimi dengemizi altüst etti,

Birde olaya farklı bir biçimde bakacak olursak. Şimdi birlik beraberlik zamanı, birbirimize ihtiyacımızın olduğunu zaman ve tüm Ailelerin kaynaşma zaman;

Evet, biliyorum, herkes sokakları özledi, kafelerde zaman geçirmeyi,  bisiklete binmeyi, parklarda oturmayı özledi. O günlerde gelecek hem de en kısa zamanda yeter ki tedbirleri elden bırakmayalım belki de bu vesile ile evin kırık dökük dolapları tamir edilir. Balkonlarda, ufacık bahçelerde çiçekler sebzeler yetiştirilir. Mesela çocuklar için Balkona salıncak kurulur, internetten farklı tatlar farklı yemekler denenir. Yılbaşında olduğu gibi tombala, okey veya iskambil oynanır, hatta uzun eşek bile oynanabilir. Biz evdeyken havanın oksijen seviyesinin yükseldiğini doğanın kendi ke

18 Mart 2020 Çarşamba

İKLİM KRİZİ ALARM VERİYOR


         
Günümüzün çok kutuplu kapitalist sisteminde dev şirketlerin kâr rekabeti, hükümetlerin diplomatik mücadeleleri, savaşlar, diğer yanda dünyanın birçok yerinde halkların özgürlük arayışları, kaybolan yaşamlar, peşi sıra gelen sosyolojik sorunlar, ekonomik krizler ve daha birçoğu…
Bütün bu yaşananları ve tartışmaları boşa çıkaracak bir kriz olarak iklim krizi her zamankinden daha yıkıcı etkileriyle hayatımızda. Birleşmiş Milletler, Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü, Dünya Bankası gibi toplulukların bu krize dair yayımladığı raporlar bile tehlikenin hangi boyutta olduğunu gözler önüne seriyor. Hâl böyleyken karar alıcılar, hükümetler tarafından atılan bir adım, somut bir harekete geçiş planı var mı? Ne yazık ki, hayır.
Sadece Çin ve  ABD ,Bu iki dev ekonomiyi senede 3 milyar tondan fazla Havaya CO2 salıyor. Ve bugünkü gibi devam etmesi hâlinde yalnızca iki dev ekonominin ‘karbon bütçesi’ denilen değeri içinde bulunduğumuz yüzyılın sonunda çoktan aşmış olacaklar. Diğer ülkeler de hesaba katıldığında 2°C’nin çok daha erken aşılacağını görmek zor değil.
Uzmanlar Yapılması gerekenin ise, fosil yakıt kullanımının derhal sona erdirilmesi olduğunu savunuyor..
Türkiye bu krizde ne kadar pay sahibi ve iklim değişikliğine karşı nasıl bir tutum içerisinde?
Hedefi sera gazı salımını 1990 seviyelerine göre yüzde 5 azaltmak olan Kyoto Protokolü ilk olarak 1997 yılında imzalandı ve 2005’te yürürlüğe girdi. Başlarda protokolü imzalamamakta kararlı olan Türkiye 2008 yılında sözleşmeyi imzalayacağını duyurdu ve Şubat 2009’da resmen yürürlüğe koymuş oldu. Ancak veriler, Türkiye’nin sera gazı salımını azaltmak yerine her geçen sene artırdığını ortaya koyuyor.
TÜİK verileri göre, 1990 yılında 187 milyon ton olan sera gazı salımı 2010 yılına gelindiğinde 401 milyon tona ulaştı. 2012 yılında ise sera gazı salımı 439 milyon ton düzeyindeydi (326 milyon tonu CO2). Türkiye’nin sera gazı salım oranı 1990 yılından 2012 yılına gelindiğinde yüzde 133,4’lük bir artış göstermiş. Bu emisyondaki en büyük pay sahibi ise yüzde 85’lik oranla enerji sektörü. Bugün Türkiye’nin 450 milyon tonun üzerinde sera gazı salımı yaptığını (350 milyon tonu CO2) biliyoruz. Buradan hesapla Türkiye, CO2 salımını azaltmak bir yana, her sene yüzde 4’ün üzerinde bir artış hızına sahip.
Türkiye hükümetinin Paris İklim Zirvesi’nde söyledikleri ve taahhüt ettikleri ise daha da enteresan. Her fırsatta gelişmekte olan ülke olduğunu yineleyip elini taşın altına koymayacağının işaretini veren ve “Esas sorumluluk alması gerekenler gelişmiş ülkelerdir” söylemini Paris’te de değiştirmeyen Erdoğan ve Türkiye hükümetinin iklim krizi karşısında verdiği taahhüt gülünç olmaktan öteye geçemiyor. 2030 yılına gelindiğinde 1.175 milyar ton sera gazı salımı yerine, alacağı tedbirlerle 929 milyon ton sera gazı salımı yapacağını söyleyen Türkiye, yüzde 6’lık bir artış hızı yerine yüzde 4,5’lik bir artış hızı yakalayacağını anlatıyor. Bu da bize küresel iklim değişikliği karşısında Türkiye’nin aslında hiçbir yaptırıma gitmeyeceğini ve her geçen gün bu krize daha fazla ortak olacağını gösteriyor.

Enerji Bakanı Berat Albayrak da Türkiye’nin iklim krizine yaklaşımı konusunda bizlere ipucu verir nitelikte. Çalık Holding’in Genel Müdür görevini yürüten Albayrak’ın yönetiminde bildiğimiz kadarıyla enerji sektöründe hizmet veren 20’den fazla şirket var. Bunların bir kısmı elektrik dağıtım şirketleri, diğerleri ise ağırlıklı olarak petrol şirketleri. Özellikle Azerbaycan, İran, Kuzey Irak gibi bölgelerden gelen ham petrollerin işlenmesi, dağıtılması ya da yakıt olarak kullanılmasıyla ilgili faaliyet yürütüyorlar. Bazı şirketler ise doğalgaz arama çalışmaları üzerinde faaliyette. Uzun lafın kısası, iklim değişikliğinin bu denli hayatımızda olduğu bir dönemde ve Paris İklim Zirvesi sonrası CO2 salımını azaltması beklenen Türkiye’nin Enerji Bakanı, fosil yakıt üretimi/tüketiminden para kazanan bir işadamı!

Çanlar çoktan çalmaya başladı bile. Görünen o ki, iklim değişikliğiyle mücadeleyi dünyayı yönetenlere bırakırsak sonumuz daha hızlı bir şekilde gelecek.