13 Aralık 2017 Çarşamba
Soma Gerçeği
Tarım ve Hayvancılık ’ta Çöküş
TARIM VE HAYVANCILIKTA ÇÖKÜŞ
Hemen her gün Fiyat artışları, zam Haberlerini dinlemekten bıktık, ‘’yine mi’’ dediğimiz bu Haberler, can sıkıntısının yanında, Aslında Ülkemizin de yavaş yavaş geldiği Noktayı gösteriyor.
Günümüzde Tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişin gerçekleştirilemediği ülkemizde, yoğun Nüfus baskısı ve Devletin Tarıma karşı Destek yetersizliği nedeniyle,– insan dengesi ve buna bağlı yaşanan sorunlar ülkemiz tarımının ve hayvancılığının en önemli yapısal sorunu Haline geldi.
Daha birkaç yıl öncesine kadar Türkiye, sahip olduğu Toprak, Su kaynakları ve iklim şartlarından dolayı Tarım potansiyeli yüksek bir ülke iken. Buğdayın atasının bu topraklarda Ekolojik zenginlik bakımından dünyanın sayılı ülkelerinden birinde yaşıyor olmamıza rağmen. Toplam 230 bin ton Buğday ithal etti. Nasıl olur da ekmek, makarnagibi ürünlerin ham maddesi olan buğday üretimi Türkiye'nin en önemli tarımsal faaliyetleri arasında yer alırken, ithalatı her geçen yıl artıyor?
Bakın Birleşmiş Milletler ’in “Dünya Bakliyat Yılı” ilan ettiği 2016’da bakliyat tarafında dışa bağımlılık devam etti. Yerli üretim yetmeyince Kanada’dan Meksika’ya ABD’den Etiyopya’ya kadar birçok ülkeden nohut, mercimek, kuru fasulye ithal etmeyi sürdürdük.
Ülkemizin hayvan ihtiyacını karşılayan Güneydoğu Anadolu bölgemiz, Neredeyse 10 yıldır PKK’nın kıskacı Altında kalması, devletin Sıkıyönetim ilanı ve Son yıllardaki Göç yüzünden Hayvancılığın %70i bitme noktasına geldi.
Tarımın, çiftçimizin en başta gelen sorunu yüksek girdi maliyetleridir. Türkiye üretimin en önemli Girdileri olan Tohum, Gübre, Tarım ilacı ve Mazot bakımından ithalata bağımlıdır. Bu nedenle dövizdeki yükselme. İzlenen politikalar dışa bağımlılığı Artırdığı gibi üretimi de sürdürülemez hale getiriyor.
AKP hükümetlerinin uygulama tarım politikaları, küreselleşen piyasalar ve acımasız rekabet koşulları nedeniyle ürün/girdi değer eşitliğinde ki çiftçi aleyhine gelişmeler; üretim maliyetlerini aşırı şekilde Artırmış, buna karşılık ürün fiyatları gerçek anlamda yerinde saymış, hatta bazı ürünlerde gerilemiştir.
1980’li yıllara kadar büyük ölçüde kendini besleyebilen ülkelerden biri olan Türkiye’de; daha sonra uygulanan neoliberal politikalarla tarımı çökertme sürecinin temelleri atıldı. O yıllarda başlatılan “üreticiyi ithalatla terbiye etme” politikası, günümüzde çok daha vahşi bir şekilde uygulanmakta; arz eksikliği nedeniyle fiyatı artan her ürünün fiyatının ithalatla düşürme kolaycılığına başvurulmaktadır. İthalatın çözüm olmadığı (pirinç, kuru fasulye, sap- saman ve kırmızı ette) defalarca görülmesine rağmen bu politika ısrarla sürdürülmekte ve bu konuda Devlet ne yazık ki kalıcı bir çözüm üretememektedir.
Oysaki ithalatı değil, üretimi hedefleyen, emekten yana, küçük ve orta ölçekli çiftçileri destekleyen tarım politikaları uygulansa, sürdürülebilir ve planlı bir tarımsal üretim politikası izlendiğinse bu sorun bitmezse de aza inecek, Toplum Daha rahat nefes alacaktır.
14 Temmuz 2017 Cuma
Ülkede Eylem var Basın Yok
7 Şubat 2017 Salı
KISIRDÖNGÜ
ÖTEKİ AZINLIK
Bir yanda Kürtler, diğer yanda Türkler; peki ya ortada kalanlar ne olacak?
Evet, yanlış okumadınız ortadakiler yani Türk, Kürt ve Laz olamayanlar. Peki, Onları tanıyan var mı?
Ben anlatayım dilerseniz!
Türkiye’de Güneydoğuda yaşamlarını Osmanlı döneminden beri sürdüren yarısı Kürtleş tirilmiş, Yahudiler ve Ermeniler… yarısı da Türkleştirilmiş Ermeniler.. Bunlar yalnızca Kürt Türk değil aynı zamanda Müslümanlaştırılmış aslen ya Yahudi ya Ermeni yada Selanik’ten göç eden azınlık gruplardır.
Kimsenin bir türlü kabul etmediği yada yakıştıramadığı Ermeni soykırımında kaçan Aileler Çocuklarının hiç olmazsa yaşayabilmeleri için o dönemde iç içe yaşadıkları Kürt komşularına bırakarak kaçmak zorunda kalan insanlardı
Babaannem zaman zaman bizlere nereden ve ne şekilde geldiklerini yaşadıkları zorlukları anlatır ağlardı
‘’ Biz çocukken Anne ve Babalarımız öldürüldü kimimizi Kürt Aileler kimimizi de Türkler aldı besleme olarak yanlarında büyüdük. Dinimizi seçecek yaşta değildik. Bu yüzdende evlat lık alındığımız Aileler hangi dine mensup ise bizde o dinle yaşadık başka din bilmiyorum’’ derdi
Zor dönemlerden geçmişler, açlık görmüşler. Karne zamanını yaşamışlar. Süpürge tohumlarını değirmen taşıyla ezip pişirdikleri günleri bir türlü unutamamışlar.
Bu insanlar. Ermeni’iken Türk topraklarında yetişen Kürtler oluvermişler.
Kendi dinlerini ve ırklarını unutmuş kendilerine öğretileni Yaşamışlar. Onlar azınlık gurup içerisinde yine Azınlık olarak yitip gitmişler.
Önce şaşırmıştım ne diyeceğimi bilememiştim. ‘’ ben’’ diye başladım söze ben Urfalıyım
-Ama hiç benzemiyorsun
-Evet, karma bir Aileden geldiğim içindir
-Nasıl yani demişti; anlayamayacağını bilerek başladım anlatmaya
Anneannem Yahudi, onun kocası göçmen Selanik ten,
Babaannem Ermeni onun kocası Kürt. Annem ve babam Urfa Siverek ten ama Ana dilimiz Türkçe Kürtçeyi bilmeyiz ,
Ben İzmir’de doğdum, geldiğim yeri unutmayayım diye babam kimliğime Şanlı Urfa Viranşehir yazdırmış. Çünkü orda geçmişimiz var
Evet, ona hak verdim doğrusu. Bende diğer azınlık gruptandım ve anlatmak zordu. Daha doğrusu ben Anlatıyorum ama insanlar anlamıyorlar.
Dinimi soranlara ermeni kökenli Müslüman diyorum. Ama bana sorarsanız ben o dine mensup değilim. Ben kimim nereye aittim. Neyim.. neciyim..
Birçok azınlık insanlarda benim sorduğumu soruyorlar kendilerine.
Güneydoğuda Türk, batıda Kürt olan ve.
Ne batıda nede doğuda kabul görmeyen bir azınlık
düşünmeden edemiyorum
Yurtta Barış ,Komşuyla Savaş..!!
Sanırım bu yazıyı birkaç kez okudum, sanki içime iyice sindirmek istedim yazılanı ama öyle olmadı. insan yazdıkça kızıyor kızdıkça ‘da yazası geliyor .nereden nereye geldik demeden edemiyorum doğrusu…!!
Sanki Ulu Önder;
“Yurtta BARIŞ, cihanda BARIŞ”
dememiş gibi, birilerinin dolduruşuyla her geçen gün kendimizi SAVAŞ’ın içine doğru iteleyip duruyoruz. Bilgisayarın uzaktan kumandasını eline alıp oynanacak bir oyun değil ki SAVAŞ. Dur bakalım, YAVAŞ ol biraz.
“Game Over”
oldu, haydi yeniden başlatayım diye bir şey yok bodoslama dalarsan içine. Kurtuluş Savaşı’nı kazandığımızdan beri emperyalist güçler kendini LAVAŞ yerine koyup vatanımızı DÜRÜM, vatandaşlarımızı SÜRÜM SÜRÜM süründürmek istemiyorlar mı ? Bir yandan birilerinin maşası olup diğer yandan nasıl haykıracaksın dünyaya HÜRÜM diye ?
Haa, eğer birileri;
“Bağımsızlık ve özgürlük benim karakterimdir”
demiyorsa bilelim o zaman. Torbaya bir sürü alakasız konular doldurmaya da gerek kalmadan, adam gibi soralım vatandaşa kısa ve öz :
“BARIŞ mı SAVAŞ mı ?”.
Pusulaların rengi de belli nasılsa, barış için BEYAZ, savaş için KIRMIZI. Savaş dediğin sadece dökülen kan zira. Hangi aklı başında insan oyunu kırmızı verir ? Silah tüccarı gibi bu işten para kazanacak, Konya deyişiyle birkaç GİDİ.. Haa, bir avuç da ZİBİDİ.. Nitekim aramızda;
“Beş saatte ASARIZ, olmadı biraz daha KASARIZ, üç saate kalmaz BASARIZ..”
Gibilerinden ahkâm kesenler de var İDİ...
Bu ülkenin belini bükmek, emperyalizmin tuzağına düşürmek için Kurtuluş Savaşı’ndan beri uğraşıyor DALLAMA.
“Koçum benim, aslanım benim, kim tutar seni yürü be ..!”
Diye dolduruşa getirip biraz ALLAMA, ekonomi tıkırında diye biraz PULLAMA, seni vakt-i zamanında arkandan vuranlar üzerinden 3-5 milyon dolar YOLLAMA. Ama sen gaza gelip SALLAMA..! Sallamayacaksın.! Petrolün mü var tanklarınla yürüyecek? Generalin mi kaldı askerini sürüyecek? Hepsinden vazgeçtim; ülkeni işgal eden bir Beşeriyet mi var ? Esad can derdinde, sen ise et.. Kasap mısın, Hitler misin nesin yahu, hayret hem de ne HAYRET ..! Zaten 30 küsur yıldır yıpratıldığın bir GAFLET ’in içinde değil misin ?
Aklımız havalarda olmadan bir KARIŞ, öncelikle komşularımızla BARIŞ, dünya ile de ülkemizin vatandaşlarını daha nasıl mutlu edebiliriz diye bir büyük YARIŞ. Muassır medeniyetlere karşı asıl hedefe VARIŞ da bu değil midir? Tüm çabalarımızın bu yönde olması gerekmiyor mu ? Tüm kaynaklarımızın bizim elimizde olması gerekmiyor mu ? Madenlerimizin, limanlarımızın, iletişim yollarımızın %100 bize ait olması önem taşımıyor mu ?
3-5 kuruş para gelecek diye her şeyi özelleştirmenin, emperyalizmin tekellerine satmanın bir manası var mı ? Dünya memleketlerinde bu değerlerini satan var mı ? British Telekom’u Alman mı satın almış yoksa Deutschland limanlarını İtalyan mı işletiyor? Fransa’nın madenlerini İsveç mi çıkartıyor yoksa İspanyol’un bankaları Norveç’lilere mi devredilmiş? Bilseydi yemeğine sadece “Baharat” olacağını, Arap çıkarır mıydı acaba hiç Arap Bahar’ını? Birilerinin toprağında yıllardır gözümüz mü VAR, yoksa vatanımız mı artık bize geliyor DAR? Şayet; aklımızı peynir ekmekle yemediysek bu işin sonu nereye KADAR? Hem uzak/yakın TARİH hem de MATEMATİK göstermiştir ki; savaşın sonu öyle veya böyle Coğrafyası belli olmayan Fiziki bir BATIŞ... Eee, Kimya’mız hepten bozulmadıysa nedir öyleyse;
“Yurtta SATIŞ, komşularla ÇATIŞ” ..?
DİN VE LAİKLİK BAHANE
Sanki Cumhuriyet kuruldu kurulalı din denen bir şey yoktu da AKP iyilik yapıp bizi dinimize kavuşturdu…
Yok, öyle bir şey! Cumhuriyet tarihi her insanın dilediği gibi bir din yaşamalarını sağladı, kimse sen
neden şu dine mensupsun demedi saygı vardı, hoş görü vardı peki ya şimdi..? ortalık toz duman herkes bir yol tutturmuş gidiyor bir yandan laiklik diğer yandan dincilik başka tarafta Ergenekon ve şimdilerde bir olay daha MİT davası ..
Bize neler Oluyor
Dişe diş göze göz hale geldik. Herkesi rakip gördük.
Aile yapısı ve kavramı darmadağın oldu. Aile içi ilişkiler zedelendi.
Para için babalar, iki üç bilezik için analar öldürüldü.
İnsanın en önemli organı beyni değil silikonları oldu. Dişi olan fındık kırdı.
Evine bakamayan insanlar metres tuttular kendilerine. Kardeş kardeşi çekemez
oldu.
Uyuşturucu ilkokullara indi. Para parayı çekti mıknatıs gibi.
Dernekler gruplar kurdu insanlar birbirlerini desteklemek adına. Sonra bu gruba dâhil olmayanları yok etmeye çalıştılar.
Bir sistemden beslenenler, sistemden olmamak adına masumlara kıydılar.Çok canlar yakıldı.
İnsanlara fayda sağlamak adına kurulmuş dernekler kendilerine fayda sağladılar.
Depremde enkaz altında kalmış insanlar hatta lösemili çocuklar istismar edildi
para toplamak için.
Hiddet, şiddet toplumu olduk Kadını erkeği ezildi Para için erkekler kadın,
kadınlar erkek oldu.
Silahla tahsilat yapar olduk. Mahkemede yalancı şahit olduk. Sahte peygamber müritleri
olduk.
Derdimizin hastalığımızın dermanını hacı hoca da arar olduk
Demokrasiyi bile beceremez hale düştük. Konuşan susturuldu,
yazanlar öldürüldü.
Hakkımızı arayamaz, ilacımızı alamaz olduk. Emekli, maaşı ile ölüme terk edildi.
Ve YENİ ÖĞRETİLER GELİŞTİ .....
İnsanın insana desteği değil, insanın kendini diğer insanlardan nasıl
koruyacağı öğretildi insana..
Şimdi herkes aynı tavırla dolanıyor ortalarda, benzer Eğitimlerden geçmiş, aynı
Ağlamamayı nasıl başaracağımızı, yıkılmadan ayakta nasıl
kalabileceğimizi, canımız yanmasın diye başkalarının canını nasıl
acıtabileceğimizi öğreten eğitimler
Mutsuz çocuklar, mutsuz gençler, mutsuz erişkinler, mutsuz yaşlılar oldukErken ağardı saçlar, erken yaşlandık. Baskı ve şiddet Sevgi’ye
bulaştı.
Duygularını paylaşamayan, paylaşmayan, aktaramayan, başkalarının
duygularını paylaşmak dahi istemeyen insanlar sardı ortalığı.
Yolumuza devam etmek için yıktık geçtik ortalığı, yıkılmamak için yıktık.
Düşeni gördüğümüzde zaman kaybetmemek için kaldırmadık yerden,
üstünden atladık geçtik.
Hızımız kesilmesin, hedefe önce biz varalım diye dostlarımızı bile yok ettik.
Yüreği acılı insanlar bıraktık bir yerlerde.
Trafik kazası gördük, telaşımız vardı, hızla uzaklaştık olay yerinden.
Başımız belaya girmesin diye yaralılara yardım etmedik.
Tepkisiz kalmayı tarafsız olmayı meziyet saydık.
Hep toplantılarda çok meşgul insanlar olduk.
Telefonları duymaz, duyup da açmaz, görüp de geri dönmez olduk.
Hayatı satranç oyununa döndürdük. ÖNCE HAMLENİ GÖRELİM.
Küstahlığın, terbiyesizliğin, kalleşliğin, saygısızlığın adı akıllık,
Dürüstlüğün, paylaşmanın, yardım severliğin vefanın adı enayilik oldu. Kırdık
insanları.
Dinlemeden - anlamadan-yargılamadan infazlar yaptık.
Yüzümüzde maskeler, dudaklarımızda eğreti tebessümlerle dolaştık.
Gözyaşlarımızı içimize akıttık. Güçlü olduk para sahibi olduk. Evlerimiz
arabalarımız oldu.
AMA MUTLU OLAMADIK.
Okur hakları
Malumunuz üzere, AB'nin sopası var. Üstelik de kızılcık sopası.. Eh sopa kızılcık olunca, yaptırımı da hayli etkili oluyor. Takip ediyorum, 'tüketici haklarını korumak' gibi işlere ciddi ciddi soyunur olduk.
Vatandaşlık bilinci gelişmiş ve sorumluluk sahibi (!) bir yazar olarak, zemheri memheri dinlemeden, ben de 'okur haklarını koruma'ya soyundum. (Yıldız Kenter bile sanat için soyundu da, benim neyim eksik?)
Bu bağlamda, gerekli ilgiyi görür de örgütlü mücadeleye geçmeyi başarabilirsem, haklı davamı pratikte de sürdürmeyi isterim bittabi! Ancak bu koşullar altında, yani şimdilik, teoriyle yetineceğiz. (Cümleye bak; havaya girdim iyi mi!)
Yok! 'Okur haklarını koruma' davasında derdim 'Türkçe'yi doğru kullanamayan, iktidar şakşakçılığını yapan, gençleri yanlış yönlendiren, özel hayatını yazarak teşhircilik yapan' yazarlarla felan değil..
Özellikle ikili ilişkilerle ilgili 'yanlış ahkam kesen' ve bu konuda okuru yanıltan yazarlarla benim mücadelem!
Mesela diyelim, kadınları ve erkekleri kategorize ederek: "Kadınlar estek köstek ister, gereğini yapın" ya da "Erkekler hebele gübele sever, gereğini yapın\" gibi reçeteler sunan yazarlara takmış durumdayım ben.
Yüz yıllardır netlik kazanamayan ve çözüme ulaşamayan cinsiyetler arası problemleri çözdüğünü ve elinde etkili yöntemler olduğunu savunan, okurların kafasını karıştıran yazarlara Kızıyorum..
Neymiş efendim? Kadınlar şefkat istermiş; erkekler iktidar severmiş..
Başka?
Kadınlar güçlü erkekleri severmiş; erkekler bakımlı kadınları severmiş..
Eee?
Kaçan kovalanırmış..
Bak sen!
Direkt asilik öneriyorum! Kafanıza göre takılın.. Reçetelerin tümünü yırtıp, çöpe atın.. Zaten reçeteler işe yarasaydı bugüne kadar yarardı ve kimse aşk acısı çekmezdi değil mi?
Cesare Pavese 'nin de dediği gibi: "Ya bütün tehlikeleriyle kabul edilir aşk ya da fahişelere gitmekten başka yol kalmaz.."
Yazarlarımız hiç durmadan erkek ve kadınların beklentilerini, iç dünyasını tahlil eder; okurlara tüyolar vermeye kalkarsa okurun da kafası allak bullak olur tabii. Bana kalırsa, Güzin Abla'dan başlayıp Ahmet Altan\'a kadar uzanan bu zincirin her halkası ayrı bir facia.
İşi iyice abartıp karşı cinsi elde etmenin yollarını maddeler halinde sıralayanlar, yemek tarifi verir gibi yöntemler önerenler, kullanma kılavuzları çıkaranlar da cabası!
Bu işin doktorasını yapmış, profesörü olmuş kişileri bile okurken "Evet ama, bunları yazan adamın
(Sağlıklı cinsel yaşam konularında kuş konduran Haydar Dümen ne tür dümenler çeviriyor? Aile içi mutluluğun ve eşler arasındaki saygınn nasıl olması gerektiği konusunda ciltler dolusu kitap yazan Doğan Cüceloğlu niye boşanmış ve bir daha evlenmemiş? Hiç merak ettiniz mi mesela?)
Bırakın dostunuzu, komşunuzu, patronunuzu, ananızı, dananızı ve hepsinden önemlisi karşı cinsinizi tahlil edip, ilişkiler hakkında kurnazlık öğrenmeyi! Önce kendi zaaflarınızı, komplekslerinizi, beklentilerinizi tahlil edip bunları karşılamak konusunda kurnazlıklar geliştirin. Kendisini tatmin edemeyen birinden başkalarını tatmin etmesi beklenebilir mi? Sanmam!
Bu işi kafaya takmış yazarlarımız yazıyorlar: "Kadınları şöyle elde edebilirsiniz, erkekleri böyle kendinize bağlarsınız, zart zurt."
Diyelim karşı cinsi elde ettiniz.. İyi de kardeşim sen kendini çözememişken, nasıl tatmin olacağını ve ne istediğini bilmezken ne işine yarayacak avucundaki manitalar?
"Bilmemkimi divane ettim.. Peki neden hala mutsuzum?"
El aleme kurnazsın ama kendine değil de ondan!
Böyle by-pass çözümler üreten yazarları okursan mağdur olursun tabii. Benim gibi radikal çözümler üreten bir yazarı duayen bellesen başına bu işler gelmeyecek kerkenez!
Ben ne dersem diyeyim, gene o yazarlar o yazıları yazacaklar.
Velakin 'okur hakları'nı gündeme getirmenin de zamanı geldi artık: Ey okur, silkin de kendine gel! Hakkına sahip çık!
Ortalıkta 'bu işleri en iyi bilen kişi' numaralarıyla klavye eskiten, ama iş hayatın kendisiyle yüzleşmeye gelince foyası meydana çıkan yazar takımının seni kandırmasına izin verme