13 Aralık 2017 Çarşamba

Soma Gerçeği

 

Somada  cinayet gibi Bir kaza yaşandı. Hepimiz eli yüreğinde olayı yakından takip ettik.
Oradaki işçiler ekmek parası için çalışıyorlardı, Kimi  çocuğunun Okul masrafı için, Kimi Evlenmek için , Kimide Yıllarca kaldığı kiralık Evden kurtulup ev alabilmek için işe gidiyordu, Hepsinin de bir hayali vardı … ve orada çalışan işçilerin maalesef 287 si ölü olarak madenden çıkartıldı.
Bu Cinayet gibi yaşanan kazanın sürdüğü zamanda  birçok konuşmalar yapıldı
Maden denetlenmiş miş, herşey normal mış, böyle bir olayın olması tamamen  kazaymış mış,..  mış ta mış ,Oysa ki madenci olan bir  uzman arkadaşımız anlatıyor;
”Madenciliği bilen herkes bilir ki, ocakta ihmal olmazsa ne şekilde olursa olsun trafo patlamaz.  Çünkü bu trafolar yüksek korunaklı standartlarda imal edilir, edilmesi gerekir.” diyor
trafonun patlamasını soruyorum
”Trafo patlamaz, patlasa da ortama zarar vermez. Çünkü anti grizu (alev sızdırmazlık) özelliğine sahip olmaları gerekir. Bu şu demektir: Yer altında çalışan herhangi bir makine ve teçhizat, çalışma koşullarından dolayı, içinde bir kıvılcım, alev ya da başka bir olumsuzluk meydana gelirse bunu ortama yansıtmaması gerekir. Tabiri caizse içinde dinamit patlasa dışarıya sızdırmaz.
Koruma duvarı o denli güçlüdür”. diye cevap veriyor
Nedense televizyonlarda ahkam kesen pek çok etkili ve yetkili insan bu konuya hiç değinmiyor. Şirketin iş güvenliği kurallarına titizlikle uyan teknolojiyi, takip eden bir madencilik kuruluşu olduğundan söz ediyor. Teknoloji ve güvenlik önlemleri titizlikle alınsa böyle bir patlama yaşanmazdı.
Bu nasıl teknolojiyi yoğun bir şekilde kullanan şirket ki, daha ocakta kaç kişi olduğunu sayamıyor. Patlamanın ardından saatler geçtikten sonra bile ocakta kaç kişi öldüğü bilinmiyor.
Bu nasıl şirket ki, ocaktaki gaz oranını izleyemiyor… Şu saate kadar ocaktaki karbondioksit, karbon monoksit, metan ve oksijen oranları konusunda en küçük bir bilgiye sahip değiliz.
Bu nasıl şirket ki, olayın üzerinden bilmem kaç saat geçmiş olmasına karşın, iletişim sistemi kurmadığı için ocaklarda mahsur kalan işçilerin akıbeti konusunda bilgi sahibi olamıyor… Ya da bilgi sahibi de bunu kamuoyundan gizliyor.
Bu değerlendirmelerden anlıyoruz ki, ocakta trafo patladıysa, ya trafo alev sızdırmazlık özelliğine sahip değil ya da gerekli bakımları, testleri yapılmadı. Başka türlüsü mümkün değil, yer altında kullanılan tüm aygıtların içinde yangın çıksa bile ortama sızdırmayacak standartlara sahip olması gerekiyor çünkü… Sızdırır ve böyle yangınlara sebep olursa, orada kesinlikle ihmal aramak gerekir.
Bir trafo patladı diye, ocaklarda nakliyat aksamaz, asansörler (kafesler) devre dışı kalamaz. Onları çalıştıracak yedek güçlerin (jeneratörlerin = üreteçlerin) olması gerekir.
Öte yandan Madencilik Tüzüğü’nü şöyle bir okuyan herkes bile bilir ki, trafo gibi tehlike oluşturabilecek aygıtlar yeraltında özel olarak tahkim edilmiş yerlere konur. Her türlü önleme karşın bir yangın çıksa dahi yaygınlaşmasını önleyecek şekilde izole edilmiş (Örneğin, kesinlikle ağaç değil de beton tahkimat altına alınmış) ortamlara konuşlandırılır.
Neymiş, sistemden aşırı yük çekilmesi sonucunda trafo patlamış… Tek kelimeyle yalan… Sistemde olması gereken aşırı akın rölelerinin devreye girip elektriği kemesi gerekir diyor uzmanlar, çünkü. Kesmiyorsa devreden çıkarılmış olması gerekir. Bu da tek kelimeyle cinayettir.
Soma’da mızrak çuvala sığacak gibi değil. İhmal olmasa, denetimsizlik olmasa, işçinin hayatı sudan ucuz olmasa bu cinayet yaşanmazdı. Madenci ölümlerine “güzel öldüler”, madenlerdeki iş cinayetlerini “mesleğin fıtratı” diye izah eden bir iktidar olmasa aç gözlü Şirketler bu kadar pervasızca işçileri ölüme yollayamazdı. kısacası olan o madende ölen İnsanlara ve Ailelerine oldu  vay gidene demişler.

Tarım ve Hayvancılık ’ta Çöküş



                 

 Hemen her gün Fiyat artışları, zam Haberlerini dinlemekten bıktık, ‘’yine mi’’ dediğimiz bu Haberler, can sıkıntısının yanında, Aslında Ülkemizin de yavaş yavaş geldiği Noktayı gösteriyor.
Günümüzde Tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişin gerçekleştirilemediği ülkemizde, yoğun Nüfus baskısı ve Devletin Tarıma karşı Destek yetersizliği nedeniyle,– insan dengesi ve buna bağlı yaşanan sorunlar ülkemiz tarımının ve hayvancılığının en önemli yapısal sorunu Haline geldi.
 Daha birkaç yıl öncesine kadar Türkiye, sahip olduğu Toprak, Su kaynakları ve iklim şartlarından dolayı Tarım potansiyeli yüksek bir ülke iken. Buğdayın atasının bu topraklarda Ekolojik zenginlik bakımından dünyanın sayılı ülkelerinden birinde yaşıyor olmamıza rağmen. Toplam 230 bin ton Buğday ithal etti. Nasıl olur da ekmek, makarna gibi ürünlerin ham maddesi olan buğday üretimi Türkiye'nin en önemli tarımsal faaliyetleri arasında yer alırken, ithalatı her geçen yıl artıyor?
Bakın Birleşmiş Milletler ’in “Dünya Bakliyat Yılı” ilan ettiği 2016’da bakliyat tarafında dışa bağımlılık devam etti. Yerli üretim yetmeyince Kanada’dan Meksika’ya ABD’den Etiyopya’ya kadar birçok ülkeden nohut, mercimek, kuru fasulye ithal etmeyi sürdürdük.
Ülkemizin hayvan ihtiyacını karşılayan Güneydoğu Anadolu bölgemiz, Neredeyse 10 yıldır PKK’nın kıskacı Altında kalması, devletin Sıkıyönetim ilanı ve Son yıllardaki Göç yüzünden Hayvancılığın %70i bitme noktasına geldi.
Tarımın, çiftçimizin en başta gelen sorunu yüksek girdi maliyetleridir. Türkiye üretimin en önemli Girdileri olan Tohum, Gübre, Tarım ilacı ve Mazot bakımından ithalata bağımlıdır. Bu nedenle dövizdeki yükselme. İzlenen politikalar dışa bağımlılığı Artırdığı gibi üretimi de sürdürülemez hale getiriyor.
AKP hükümetlerinin uygulama tarım politikaları, küreselleşen piyasalar ve acımasız rekabet koşulları nedeniyle ürün/girdi değer eşitliğinde ki çiftçi aleyhine gelişmeler; üretim maliyetlerini aşırı şekilde Artırmış, buna karşılık ürün fiyatları gerçek anlamda yerinde saymış, hatta bazı ürünlerde gerilemiş tir.
1980’li yıllara kadar büyük ölçüde kendini besleyebilen ülkelerden biri olan Türkiye’de; daha sonra uygulanan neoliberal politikalarla tarımı çökertme sürecinin temelleri atıldı. O yıllarda başlatılan “üreticiyi ithalatla terbiye etme” politikası, günümüzde çok daha vahşi bir şekilde uygulanmakta; arz eksikliği nedeniyle fiyatı artan her ürünün fiyatının ithalatla düşürme kolaycılığına başvurulmaktadır. İthalatın çözüm olmadığı (pirinç, kuru fasulye, sap- saman ve kırmızı ette) defalarca görülmesine rağmen bu politika ısrarla sürdürülmekte ve bu konuda Devlet ne yazık ki kalıcı bir çözüm üretememektedir.
Oysaki ithalatı değil, üretimi hedefleyen, emekten yana, küçük ve orta ölçekli çiftçileri destekleyen tarım politikaları uygulansa, sürdürülebilir ve planlı bir tarımsal üretim politikası izlendiğinse bu sorun bitmezse de aza inecek, Toplum Daha rahat nefes alacaktır.

TARIM VE HAYVANCILIKTA ÇÖKÜŞ

 Hemen her gün Fiyat artışları, zam Haberlerini dinlemekten bıktık, ‘’yine mi’’ dediğimiz bu Haberler, can sıkıntısının yanında, Aslında Ülkemizin de yavaş yavaş geldiği Noktayı gösteriyor.

Günümüzde Tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişin gerçekleştirilemediği ülkemizde, yoğun Nüfus baskısı ve Devletin Tarıma karşı Destek yetersizliği nedeniyle,– insan dengesi ve buna bağlı yaşanan sorunlar ülkemiz tarımının ve hayvancılığının en önemli yapısal sorunu Haline geldi.

 Daha birkaç yıl öncesine kadar Türkiye, sahip olduğu Toprak, Su kaynakları ve iklim şartlarından dolayı Tarım potansiyeli yüksek bir ülke iken. Buğdayın atasının bu topraklarda Ekolojik zenginlik bakımından dünyanın sayılı ülkelerinden birinde yaşıyor olmamıza rağmen. Toplam 230 bin ton Buğday ithal etti. Nasıl olur da ekmek, makarnagibi ürünlerin ham maddesi olan buğday üretimi Türkiye'nin en önemli tarımsal faaliyetleri arasında yer alırken, ithalatı her geçen yıl artıyor?

Bakın Birleşmiş Milletler ’in “Dünya Bakliyat Yılı” ilan ettiği 2016’da bakliyat tarafında dışa bağımlılık devam etti. Yerli üretim yetmeyince Kanada’dan Meksika’ya ABD’den Etiyopya’ya kadar birçok ülkeden nohut, mercimek, kuru fasulye ithal etmeyi sürdürdük.

Ülkemizin hayvan ihtiyacını karşılayan Güneydoğu Anadolu bölgemiz, Neredeyse 10 yıldır PKK’nın kıskacı Altında kalması, devletin Sıkıyönetim ilanı ve Son yıllardaki Göç yüzünden Hayvancılığın %70i bitme noktasına geldi.

Tarımın, çiftçimizin en başta gelen sorunu yüksek girdi maliyetleridir. Türkiye üretimin en önemli Girdileri olan Tohum, Gübre, Tarım ilacı ve Mazot bakımından ithalata bağımlıdır. Bu nedenle dövizdeki yükselme. İzlenen politikalar dışa bağımlılığı Artırdığı gibi üretimi de sürdürülemez hale getiriyor.

AKP hükümetlerinin uygulama tarım politikaları, küreselleşen piyasalar ve acımasız rekabet koşulları nedeniyle ürün/girdi değer eşitliğinde ki çiftçi aleyhine gelişmeler; üretim maliyetlerini aşırı şekilde Artırmış, buna karşılık ürün fiyatları gerçek anlamda yerinde saymış, hatta bazı ürünlerde gerilemiştir.

1980’li yıllara kadar büyük ölçüde kendini besleyebilen ülkelerden biri olan Türkiye’de; daha sonra uygulanan neoliberal politikalarla tarımı çökertme sürecinin temelleri atıldı. O yıllarda başlatılan “üreticiyi ithalatla terbiye etme” politikası, günümüzde çok daha vahşi bir şekilde uygulanmakta; arz eksikliği nedeniyle fiyatı artan her ürünün fiyatının ithalatla düşürme kolaycılığına başvurulmaktadır. İthalatın çözüm olmadığı (pirinç, kuru fasulye, sap- saman ve kırmızı ette) defalarca görülmesine rağmen bu politika ısrarla sürdürülmekte ve bu konuda Devlet ne yazık ki kalıcı bir çözüm üretememektedir.

Oysaki ithalatı değil, üretimi hedefleyen, emekten yana, küçük ve orta ölçekli çiftçileri destekleyen tarım politikaları uygulansa, sürdürülebilir ve planlı bir tarımsal üretim politikası izlendiğinse bu sorun bitmezse de aza inecek, Toplum Daha rahat nefes alacaktır.

14 Temmuz 2017 Cuma

Ülkede Eylem var Basın Yok




Gezi eylemleri devam ediyor.  Ne Basında nede başka yayın organlarında hiç bir haber yayınlanmıyor, yayınlanamıyor AKP hükumetinin satın aldığı medyanın borusu ötüyor

Hatay’daki Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) eylemlerinde düşerek hayatını kaybeden Ahmet Atakan için birçok şehirde gösteri düzenlendi. Taksim Dayanışması ve çeşitli sivil toplum kuruluşlarının çağrısıyla yapılan gösterilerde, Taksim’de 26 kişi gözaltına alındı. GözaltılarI görüntülemek isteyen gazetecilere sivil ve çevik kuvvet ekipleri kalkanla müdahale ediyor.

Ve bizler hala  bekliyoruz peki ama neyi bekliyoruz? ne için ? kim için?

Bu ilk değil , sonuncusu da olmayacak, henüz başlangıç diyebileceğimiz bu olaylar daha da alevlenecek neden mi?

Çünkü hükumet kendi Ülkesindeki kaosu ve Arbedeyi görmezden gelip  kulaklarını tıkıyor,

Çünkü halkın sesine kulak vermiyor bu gençler ne istiyor ,neden böyle davranıyorlar diye merak etmiyor , basını susturup  yayın hakları ellerinden alınıyor,

uzun süredir devam eden gösterilerden halkın bir çoğunun hala haberi yok  neden ? çünkü basında yayın yasağı var çünkü yayın yapanlar yandaş medya

Gezi olaylarında hayatını kaybeden altı Genç ve gözünü kaybeden 12 genç var ,Halkın AKP den yana olan kısmı  oh iyi olmuş diyecek kadar  acımasız ve kör; bugün bu gençlere olanlar yarın kendilerinin başına da gelecek, bilmiyorlar

Başbakan kendi ülkesindeki sesi dinleyeceğine o Mısır ve Suriye için ağlıyor onlara  yardım etmek için gayret sarf ediyor

buradaki ölen gençler onun vatandaşı değil  eylemciler de onun vatandaşı değil , Tayyip efendinin vatandaşları ona kulluk eden itaat eden  ve onun şakşakçılarından başkası olamaz

Eğer sen Padişahım çok yaşa diyorsan, senden iyi vatandaş olur ,ama kafa tutuyorsan itiraz ediyorsan  sen Vatan hainisin öldürülmen haktır.

Twitter hesabından paylaşımda bulunan İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, "Sayıları 2 bine ulaşmayan marjinal örgüt mensuplarının İstiklal Caddesindeki eylemlerine polisimiz zaman zaman müdahale etmektedir" diyerek, "Bazı yayın organlarında, bu eylemleri yaygın ve güçlü gösterme propagandalarına itibar edilmemesi ve halkımızın emin olmasını dilerim" diye yazıyor

nekadar basit sanki olay yok sanki ufacık bir kıvılcım ve Türk polisi o kıvılcımı söndürecek gibi konuşuyorlar siz rahat olun biz icabına bakıyoruz mesajı veriyor

Hayır bukadar basit olamaz ,Türkiyenin bekçileri  o gençler , Türkiyenin en Aydın kesimi gerçeği görebilen tarafsız Türkiyenin Vatandaşı onlar... ne CHP ye bağlı nede başka bir partinin uşaklığını yapıyorlar.Onlar Atatürkün gençleri


Hükümet istediği kadar gündemi değiştirsin, istediği kadar olay yok desin , elbette bu gençlerin sesini birgün duyacak ve onları dinlemenin önemini kavrayacak,  başka yolu yok.çünkü ufacık dediğimiz o kıvılcım yangına dönüşmek üzere eylülde okulların açılmasıyla olaylar büyüyecek  ve umarım ozaman geç kalınmış olunmaz

7 Şubat 2017 Salı

KISIRDÖNGÜ

                                                   
 Neyse ki bu kez korkulan olmadı can kaybı yaşamadan açlık grevlerine son verildi
APO nun talimatıyla durdurulan açlık grevleri nihayetine erdi de hepimiz suçluluk duygusundan kurtulduk

 Peki, bundan sonra ne olacak ..?
 Ne olacağı belli de ben yine de söyleyeyim
Yine Kürt sorunu diye dayatma devam edecek, görüşmeler yapılacak, ama sonuç alınamayacak.
Sonra bir açlık grevi daha başlatacaklar tam bir kısırdöngü
Çözümü olmayan bir sorun, dipsiz kuyu aslında çözüm var da  çözümü sağlayacak yok

PKK saldırılarına, oralarda yaşayan halk da uykusuz diken, üstünde kalmaya devam eder
Biz asker şehitlerine kızar kahrolsun PKK diye yine bağırır çağırırız
Ama kahrolan hep analar olur kimseye bir şey olduğu yok
Tepedekilerin tuzu kuru onlarda şehitler ve PKK üzerinden siyaset yaparak ilerisi için oy kazanma derdinde olurlar
Savaşı çıkartanların çocukları garantide nede olsa
Olan halkın çocuğuna olsun kime ne siz hiç villadan yada yalıdan çıkan bir şehit gördünüz mü? Ben görmedim.
Var mı ötesi? Yok…
Bu konuda ne düşündüğümü yazdım zaten

Düşüne biliyor musunuz?

Bir patlama oluyor, Türkiye çalkalanıyor, Doğudakiler perişan Ama anlatılırken
SÖZDE diye anlatılıyor, Sözde Kürt sorunu, Sözde PKK örgütü sözde Gerilla

Askerimiz de bu durumda sözde mi şehit ediliyor?
Hani o zaman neden ölüyorlar sözde oluyorsa her şey.!
Boşuna kaygılanıyoruz nasılsa her şey sözde her şey yolunda

Hayır, efendim söz de değil basbayağı özde,

Herkes bir yol tutturmuş almış başını gidiyor, sağduyu yok anlayış yok,
Hoşgörü tatilde,
Çıkarcılık,
Menfaat aramızda kol geziyor  

Hadi bunlara da Sözde deyin de göreyim. Var mı aranızda sözde mağdur olan?



Tarih tekerrürden ibarettir. Bana öyle geliyor ki biz bu filmi daha çoook seyredeceğiz

ÖTEKİ AZINLIK

                                         
Türkiye de çok uzun zamandan beridir  Kürt, Türk tartışması yaşanıyor.
Bir yanda Kürtler, diğer yanda Türkler; peki ya ortada kalanlar ne olacak? 
Evet, yanlış okumadınız ortadakiler yani Türk, Kürt ve Laz olamayanlar.  Peki, Onları tanıyan var mı?  
Ben anlatayım dilerseniz!
Türkiye’de Güneydoğuda yaşamlarını Osmanlı döneminden beri sürdüren yarısı Kürtleş tirilmiş, Yahudiler ve Ermeniler… yarısı da Türkleştirilmiş Ermeniler.. Bunlar yalnızca Kürt Türk değil aynı zamanda Müslümanlaştırılmış aslen ya Yahudi ya Ermeni yada Selanik’ten göç eden azınlık gruplardır. 
Kimsenin bir türlü kabul etmediği yada yakıştıramadığı Ermeni soykırımında kaçan Aileler Çocuklarının hiç olmazsa yaşayabilmeleri için o dönemde iç içe yaşadıkları Kürt komşularına bırakarak kaçmak zorunda kalan insanlardı 
Babaannem zaman zaman bizlere nereden ve ne şekilde geldiklerini yaşadıkları zorlukları anlatır ağlardı  
‘’ Biz çocukken Anne ve Babalarımız öldürüldü kimimizi Kürt Aileler kimimizi de Türkler aldı besleme olarak yanlarında büyüdük. Dinimizi seçecek yaşta değildik. Bu yüzdende evlat lık alındığımız Aileler hangi dine mensup ise bizde o dinle yaşadık başka din bilmiyorum’’ derdi 
Zor dönemlerden geçmişler, açlık görmüşler. Karne zamanını yaşamışlar. Süpürge tohumlarını değirmen taşıyla ezip pişirdikleri günleri bir türlü unutamamışlar.
  Bu insanlar. Ermeni’iken Türk topraklarında yetişen Kürtler oluvermişler.
Kendi dinlerini ve ırklarını unutmuş kendilerine öğretileni Yaşamışlar. Onlar azınlık gurup içerisinde yine Azınlık olarak yitip gitmişler.
Bir Arkadaşım bana sormuştu ‘’Aslen nerelisin’’ diye 
Önce şaşırmıştım ne diyeceğimi bilememiştim. ‘’ ben’’ diye başladım söze ben Urfalıyım 
-Ama hiç benzemiyorsun
-Evet, karma bir Aileden geldiğim içindir
-Nasıl yani demişti;   anlayamayacağını bilerek başladım anlatmaya 
Anneannem Yahudi, onun kocası göçmen Selanik ten,
Babaannem Ermeni onun kocası Kürt. Annem ve babam Urfa Siverek ten ama Ana dilimiz Türkçe  Kürtçeyi bilmeyiz ,
Ben İzmir’de doğdum, geldiğim yeri unutmayayım diye babam kimliğime Şanlı Urfa Viranşehir yazdırmış. Çünkü orda  geçmişimiz var
Arkadaşım şaşkın şaşkın baktı ‘’ ben hiç bir şey anlamadım dedi.
Evet, ona hak verdim doğrusu. Bende diğer azınlık gruptandım ve anlatmak zordu. Daha doğrusu ben Anlatıyorum ama insanlar anlamıyorlar. 
Dinimi soranlara ermeni kökenli Müslüman diyorum. Ama bana sorarsanız ben o dine mensup değilim. Ben kimim nereye aittim. Neyim.. neciyim..
Birçok azınlık insanlarda benim sorduğumu soruyorlar kendilerine.
Güneydoğuda  Türk, batıda Kürt olan ve. 
Ne batıda nede doğuda kabul görmeyen bir azınlık    
düşünmeden edemiyorum
Sahi ya ..!  kimiz biz……?


Yurtta Barış ,Komşuyla Savaş..!!

                                       
Sanırım bu yazıyı birkaç kez okudum, sanki içime iyice sindirmek istedim yazılanı ama öyle olmadı. insan yazdıkça kızıyor kızdıkça ‘da yazası geliyor .nereden nereye geldik demeden edemiyorum doğrusu…!!


Sanki Ulu Önder; 
“Yurtta BARIŞ, cihanda BARIŞ” 
dememiş gibi, birilerinin dolduruşuyla her geçen gün kendimizi SAVAŞ’ın içine doğru iteleyip duruyoruz. Bilgisayarın uzaktan kumandasını eline alıp oynanacak bir oyun değil ki SAVAŞ. Dur bakalım, YAVAŞ ol biraz.
“Game Over” 
oldu, haydi yeniden başlatayım diye bir şey yok bodoslama dalarsan içine. Kurtuluş Savaşı’nı kazandığımızdan beri emperyalist güçler kendini LAVAŞ yerine koyup vatanımızı DÜRÜM, vatandaşlarımızı SÜRÜM SÜRÜM süründürmek istemiyorlar mı ? Bir yandan birilerinin maşası olup diğer yandan nasıl haykıracaksın dünyaya HÜRÜM diye ?

Haa, eğer birileri; 
“Bağımsızlık ve özgürlük benim karakterimdir” 
demiyorsa bilelim o zaman. Torbaya bir sürü alakasız konular doldurmaya da gerek kalmadan, adam gibi soralım vatandaşa kısa ve öz : 
“BARIŞ mı SAVAŞ mı ?”. 
Pusulaların rengi de belli nasılsa, barış için BEYAZ, savaş için KIRMIZI. Savaş dediğin sadece dökülen kan zira. Hangi aklı başında insan oyunu kırmızı verir ? Silah tüccarı gibi bu işten para kazanacak, Konya deyişiyle birkaç GİDİ.. Haa, bir avuç da ZİBİDİ.. Nitekim aramızda; 
“Beş saatte ASARIZ, olmadı biraz daha KASARIZ, üç saate kalmaz BASARIZ..” 
Gibilerinden ahkâm kesenler de var İDİ...

Bu ülkenin belini bükmek, emperyalizmin tuzağına düşürmek için Kurtuluş Savaşı’ndan beri uğraşıyor DALLAMA. 
“Koçum benim, aslanım benim, kim tutar seni yürü be ..!” 
Diye dolduruşa getirip biraz ALLAMA, ekonomi tıkırında diye biraz PULLAMA, seni vakt-i zamanında arkandan vuranlar üzerinden 3-5 milyon dolar YOLLAMA. Ama sen gaza gelip SALLAMA..! Sallamayacaksın.! Petrolün mü var tanklarınla yürüyecek? Generalin mi kaldı askerini sürüyecek? Hepsinden vazgeçtim; ülkeni işgal eden bir Beşeriyet mi var ? Esad can derdinde, sen ise et.. Kasap mısın, Hitler misin nesin yahu, hayret hem de ne HAYRET ..! Zaten 30 küsur yıldır yıpratıldığın bir GAFLET ’in içinde değil misin ?

Aklımız havalarda olmadan bir KARIŞ, öncelikle komşularımızla BARIŞ, dünya ile de ülkemizin vatandaşlarını daha nasıl mutlu edebiliriz diye bir büyük YARIŞ. Muassır medeniyetlere karşı asıl hedefe VARIŞ da bu değil midir? Tüm çabalarımızın bu yönde olması gerekmiyor mu ? Tüm kaynaklarımızın bizim elimizde olması gerekmiyor mu ? Madenlerimizin, limanlarımızın, iletişim yollarımızın %100 bize ait olması önem taşımıyor mu ? 

3-5 kuruş para gelecek diye her şeyi özelleştirmenin, emperyalizmin tekellerine satmanın bir manası var mı ? Dünya memleketlerinde bu değerlerini satan var mı ? British Telekom’u Alman mı satın almış yoksa Deutschland limanlarını İtalyan mı işletiyor? Fransa’nın madenlerini İsveç mi çıkartıyor yoksa İspanyol’un bankaları Norveç’lilere mi devredilmiş? Bilseydi yemeğine sadece “Baharat” olacağını, Arap çıkarır mıydı acaba hiç Arap Bahar’ını? Birilerinin toprağında yıllardır gözümüz mü VAR, yoksa vatanımız mı artık bize geliyor DAR? Şayet; aklımızı peynir ekmekle yemediysek bu işin sonu nereye KADAR? Hem uzak/yakın TARİH hem de MATEMATİK göstermiştir ki; savaşın sonu öyle veya böyle Coğrafyası belli olmayan Fiziki bir BATIŞ... Eee, Kimya’mız hepten bozulmadıysa nedir öyleyse; 

“Yurtta SATIŞ, komşularla ÇATIŞ” ..?

DİN VE LAİKLİK BAHANE




Farkında mısınız?.!! Bizler Atatürkçü olunca dinle Alakamız kalmamış gibi davranan bir toplumun içine düştük;
 Sanki Cumhuriyet kuruldu kurulalı din denen bir şey yoktu da AKP iyilik yapıp bizi dinimize kavuşturdu…
Yok, öyle bir şey!  Cumhuriyet tarihi her insanın dilediği gibi bir din yaşamalarını sağladı, kimse sen 
neden şu dine mensupsun demedi saygı vardı, hoş görü vardı peki ya şimdi..? ortalık toz duman herkes bir yol tutturmuş gidiyor bir yandan laiklik diğer yandan dincilik başka tarafta Ergenekon  ve şimdilerde bir olay daha MİT davası ..
Olan bitenin farkında mısınız? Daha doğrusu artık şaşıran bir yanınız kaldı mı? Ben şaşırmayı unuttum da ondan bir garibim. Ağzım açık dilim dışarıda, sağ elimi kafama vurup \"Allah Allah “nidalarıyla ortalıkta dolanırken buluyorum kendimi sık sık. Bir ben miyim yoksa biz çok muyuz onu merak ettim, soruyorum.
Tam bir konunun kulpundan tutacakken bir başka konu zınk diye düşüyor tepeme. MİT\'çiler sorguya çağrılırken, hükumetten biri \"Onlar görevlerini yerine getiriyorlardı.\" diyor. Daha önce \"Devlet teröristle görüşmez\" diyenler, şimdi görevi bizzat kendilerinin verdiğini itiraf ediyor. Savcılar görevden alınıyor, topu topu 4 kişinin yargılandığı kırk küsur kişinin canını alan tren kazası 7,5 yılda bitirilemiyor, dava düşüyor, bin kişinin yargılandığı bir diğer davada olası darbe teşebbüsünden genelkurmay başkanı ağırlaştırılmış müebbet hapisle yargılanıyor. Trene hızlı git diyen, yoksula yardım vaadiyle dindar vatandaşı soyan serbest kalıyor, terörist kovalayan, kovaladığı teröristle aynı kefede yargılanıyor. Gel de çık içinden. Ya da hiç çıkma boğul içinde, müstahaktır sana.
Saçmaladıkça oy toplayan, hırladıkça alkış alan, böldükçe çoğalan, saldırdıkça rağbet gören bir hükumetimiz, bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyen bir vatandaş güruhu muz var çok şükür. Hele hele çocuklarımızın eline tablet veren, karşılarına akıllı tahta koyan milli eğitimimize binlerce şükür. Savulun bre gafiller, tableti \"Dindar nesil\" geliyorrrr.
Dindar nesil, dinini bilen nesilmiş, öyle diyorlar. Dindar mı, Kindar mı Tayyip Bey?  dindar nesil yetiştirmek mi yoksa yıllardır içinizde biriktirdiğiniz kini aşıladığınız körpe beyinleri formatlamak mı? Savunma da pek güzel, \"Dindar yetiştirmeyelim de tinerci mi olsunlar?\". Bravo. İçimden geçenleri burada yazmam mümkün değil elbette. Dindarın karşısına tinerci koyarak yaptığınız açıklama dinden ne anladığınızı da pek güzel ortaya koymakta. Size dindar deniyorsa ben almayayım kalsın.

Dini ranta çevirmekte usta oyuncuların son müsameresi bu. Kaderine razı sıradan Müslümanları, sıka sıka suyu çıkarılacak kul haline getirmenin provası. \"Kanlı mı kansız mı olacak onu zaman gösterecek.\" diyen zihniyetin zafer çığlıkları bunlar. Duyan var mı? Yok. Aklı başında zannedilenler, \"Yetmez ama evet\" deyiciler şaşkın, kah trene kah olan bitene öylece bakıyorlar. 2003\'te 771 milyon lira olan Diyanet bütçesi, 2012\'de 3.8 milyar lira. Ne için bu paralar? Altı dükkan, üstü baz istasyonu cami yapmak için mi, yoksa çocukları Umre ‘ye göndermek için mi? Ha bir de \"Mele\" takımı melemeye başlayacak yakında. Öğretmene kadro yok ama meleyecek Mele\'lere gırla. Sağlığı, eğitimi özele devret, dini devlete yapıştırdıkça yapıştır, dindar nesil teranesiyle çocukla din arasına devleti sok, üstüne bir de \"Laikim ben laikim\" diye tepin.  Bu nasıl bir çelişkidir bu nasıl bir keşmekeşlik tir anlayamadım gitti anlayan varsa bana da anlatsın olurmu…

Bize neler Oluyor

                  

Nereye baksam bir olay, kafamı çevirmeye korkar oldum
Dişe diş göze göz hale geldik. Herkesi rakip gördük.
Aile yapısı ve kavramı darmadağın oldu. Aile içi ilişkiler zedelendi.

Para için babalar, iki üç bilezik için analar öldürüldü.
İnsanın en önemli organı beyni değil silikonları oldu. Dişi olan fındık kırdı.
Evine bakamayan insanlar metres tuttular kendilerine. Kardeş kardeşi çekemez
oldu.

Uyuşturucu ilkokullara indi. Para parayı çekti mıknatıs gibi.
Dernekler gruplar kurdu insanlar birbirlerini desteklemek adına. Sonra bu gruba dâhil olmayanları yok etmeye çalıştılar.

Bir sistemden beslenenler, sistemden olmamak adına masumlara kıydılar.Çok canlar yakıldı.
İnsanlara fayda sağlamak adına kurulmuş dernekler kendilerine fayda sağladılar.

Depremde enkaz altında kalmış insanlar hatta lösemili çocuklar istismar edildi
para toplamak için.
Hiddet, şiddet toplumu olduk Kadını erkeği ezildi Para için erkekler kadın,
kadınlar erkek oldu.

Silahla tahsilat yapar olduk. Mahkemede yalancı şahit olduk. Sahte peygamber müritleri
olduk.

Derdimizin hastalığımızın dermanını hacı hoca da arar olduk
Demokrasiyi bile beceremez hale düştük. Konuşan susturuldu,
yazanlar öldürüldü.
Hakkımızı arayamaz, ilacımızı alamaz olduk. Emekli, maaşı ile ölüme terk edildi.

Ve YENİ ÖĞRETİLER GELİŞTİ .....

İnsanın insana desteği değil, insanın kendini diğer insanlardan nasıl
koruyacağı öğretildi insana..
Şimdi herkes aynı tavırla dolanıyor ortalarda, benzer Eğitimlerden geçmiş, aynı
öğretileri almış insanlar birbirleri ile insanlık oyunu oynuyorlar.
Ağlamamayı nasıl başaracağımızı, yıkılmadan ayakta nasıl
kalabileceğimizi, canımız yanmasın diye başkalarının canını nasıl
acıtabileceğimizi öğreten eğitimler
hatta ilaçlar almaya başladık.Cebimizde hapla dolaşır olduk.
Mutsuz çocuklar, mutsuz gençler, mutsuz erişkinler, mutsuz yaşlılar oldukErken ağardı saçlar, erken yaşlandık. Baskı ve şiddet Sevgi’ye
bulaştı.



Duygularını paylaşamayan, paylaşmayan, aktaramayan, başkalarının
duygularını paylaşmak dahi istemeyen insanlar sardı ortalığı.
Yolumuza devam etmek için yıktık geçtik ortalığı, yıkılmamak için yıktık.
Düşeni gördüğümüzde zaman kaybetmemek için kaldırmadık yerden,
üstünden atladık geçtik.
Hep çok acelemiz vardı. Hayatı yarışa döndürdük.
Hızımız kesilmesin, hedefe önce biz varalım diye dostlarımızı bile yok ettik.
Yüreği acılı insanlar bıraktık bir yerlerde.

Trafik kazası gördük, telaşımız vardı, hızla uzaklaştık olay yerinden.
Başımız belaya girmesin diye yaralılara yardım etmedik.
Tepkisiz kalmayı tarafsız olmayı meziyet saydık.

Hep toplantılarda çok meşgul insanlar olduk.
Telefonları duymaz, duyup da açmaz, görüp de geri dönmez olduk.
Hayatı satranç oyununa döndürdük. ÖNCE HAMLENİ GÖRELİM.

Küstahlığın, terbiyesizliğin, kalleşliğin, saygısızlığın adı akıllık,
Dürüstlüğün, paylaşmanın, yardım severliğin vefanın adı enayilik oldu. Kırdık
insanları.

Geri adım atmamak ve gururumuz adına bir gönül almayı bile beceremedik.
Dinlemeden - anlamadan-yargılamadan infazlar yaptık.
Yüzümüzde maskeler, dudaklarımızda eğreti tebessümlerle dolaştık.

Gözyaşlarımızı içimize akıttık. Güçlü olduk para sahibi olduk. Evlerimiz
arabalarımız oldu.

AMA MUTLU OLAMADIK.

Okur hakları

                                                       
AB'ye giriş sürecinde 'eski ülkeye yeni adet' misali, Türkiye'de nasıl uygulanacağını merakla beklediğim gelişmeler oluyor. 

Malumunuz üzere, AB'nin sopası var. Üstelik de kızılcık sopası.. Eh sopa kızılcık olunca, yaptırımı da hayli etkili oluyor. Takip ediyorum, 'tüketici haklarını korumak' gibi işlere ciddi ciddi soyunur olduk. 

Vatandaşlık bilinci gelişmiş ve sorumluluk sahibi (!) bir yazar olarak, zemheri memheri dinlemeden, ben de 'okur haklarını koruma'ya soyundum. (Yıldız Kenter bile sanat için soyundu da, benim neyim eksik?) 

Bu bağlamda, gerekli ilgiyi görür de örgütlü mücadeleye geçmeyi başarabilirsem, haklı davamı pratikte de sürdürmeyi isterim bittabi! Ancak bu koşullar altında, yani şimdilik, teoriyle yetineceğiz. (Cümleye bak; havaya girdim iyi mi!) 

Yok! 'Okur haklarını koruma' davasında derdim 'Türkçe'yi doğru kullanamayan, iktidar şakşakçılığını yapan, gençleri yanlış yönlendiren, özel hayatını yazarak teşhircilik yapan' yazarlarla felan değil.. 

Özellikle ikili ilişkilerle ilgili 'yanlış ahkam kesen' ve bu konuda okuru yanıltan yazarlarla benim mücadelem! 

Mesela diyelim, kadınları ve erkekleri kategorize ederek: "Kadınlar estek köstek ister, gereğini yapın" ya da "Erkekler hebele gübele sever, gereğini yapın\" gibi reçeteler sunan yazarlara takmış durumdayım ben. 

Yüz yıllardır netlik kazanamayan ve çözüme ulaşamayan cinsiyetler arası problemleri çözdüğünü ve elinde etkili yöntemler olduğunu savunan, okurların kafasını karıştıran yazarlara Kızıyorum.. 
Neymiş efendim? Kadınlar şefkat istermiş; erkekler iktidar severmiş.. 
Başka? 
Kadınlar güçlü erkekleri severmiş; erkekler bakımlı kadınları severmiş.. 
Eee? 
Kaçan kovalanırmış.. 
Bak sen! 
Direkt asilik öneriyorum! Kafanıza göre takılın.. Reçetelerin tümünü yırtıp, çöpe atın.. Zaten reçeteler işe yarasaydı bugüne kadar yarardı ve kimse aşk acısı çekmezdi değil mi? 

Cesare Pavese 'nin de dediği gibi: "Ya bütün tehlikeleriyle kabul edilir aşk ya da fahişelere gitmekten başka yol kalmaz.." 

Yazarlarımız hiç durmadan erkek ve kadınların beklentilerini, iç dünyasını tahlil eder; okurlara tüyolar vermeye kalkarsa okurun da kafası allak bullak olur tabii. Bana kalırsa, Güzin Abla'dan başlayıp Ahmet Altan\'a kadar uzanan bu zincirin her halkası ayrı bir facia. 

İşi iyice abartıp karşı cinsi elde etmenin yollarını maddeler halinde sıralayanlar, yemek tarifi verir gibi yöntemler önerenler, kullanma kılavuzları çıkaranlar da cabası! 

Bu işin doktorasını yapmış, profesörü olmuş kişileri bile okurken "Evet ama, bunları yazan adamın

kendisi bunlara inanıyor mu? Kendisi bu anlattıklarının faydasını görmüş mü?" diye bir sorun kendinize... 
(Sağlıklı cinsel yaşam konularında kuş konduran Haydar Dümen ne tür dümenler çeviriyor? Aile içi mutluluğun ve eşler arasındaki saygınn nasıl olması gerektiği konusunda ciltler dolusu kitap yazan Doğan Cüceloğlu niye boşanmış ve bir daha evlenmemiş? Hiç merak ettiniz mi mesela?) 

Bırakın dostunuzu, komşunuzu, patronunuzu, ananızı, dananızı ve hepsinden önemlisi karşı cinsinizi tahlil edip, ilişkiler hakkında kurnazlık öğrenmeyi! Önce kendi zaaflarınızı, komplekslerinizi, beklentilerinizi tahlil edip bunları karşılamak konusunda kurnazlıklar geliştirin. Kendisini tatmin edemeyen birinden başkalarını tatmin etmesi beklenebilir mi? Sanmam! 

Bu işi kafaya takmış yazarlarımız yazıyorlar: "Kadınları şöyle elde edebilirsiniz, erkekleri böyle kendinize bağlarsınız, zart zurt." 

Diyelim karşı cinsi elde ettiniz.. İyi de kardeşim sen kendini çözememişken, nasıl tatmin olacağını ve ne istediğini bilmezken ne işine yarayacak avucundaki manitalar? 

"Bilmemkimi divane ettim.. Peki neden hala mutsuzum?" 
El aleme kurnazsın ama kendine değil de ondan! 
Böyle by-pass çözümler üreten yazarları okursan mağdur olursun tabii. Benim gibi radikal çözümler üreten bir yazarı duayen bellesen başına bu işler gelmeyecek kerkenez! 

Ben ne dersem diyeyim, gene o yazarlar o yazıları yazacaklar. 

Velakin 'okur hakları'nı gündeme getirmenin de zamanı geldi artık: Ey okur, silkin de kendine gel! Hakkına sahip çık! 
Ortalıkta 'bu işleri en iyi bilen kişi' numaralarıyla klavye eskiten, ama iş hayatın kendisiyle yüzleşmeye gelince foyası meydana çıkan yazar takımının seni kandırmasına izin verme

O Yaşlı Bir Adamdı

                                   

Ne kadar zordur değil mi Yaşlılara bakmak!
Onların her isteğini yerine getirmek, çocuklaşan beyinlerine cevap yetiştirmek;
Bazen O kadar çocuklaşır ve O kadar çekilmez olurlar ki insan bir anda kendini Tutamayıp bağırır
“ yeter ama baba anlattım ya kaç kere, o öyle değil.
Sonrada üzülürüz ”ne yaptım” diye kendi kendimize kızarız

Oysa Onlar, biz evlatları için yıllarca Çalışmış, Çabalamış, Bize bir gelecek bırakmak için ,sırf kimseye muhtaç etmemek için canını dişine takmış anne ve babalarımız dır,
Hastalandığımızda sabaha kadar ateşimiz düşsün diye başımızda sabahlamıştır, onlar Uykusuz kalmalarına rağmen, İşe gidip ateşimizi düşürmüş olmanın sevinciyle şikâyet etmeden çalışmıştır,
İlk adımlarımız onlar için büyük bir sevinç olmuştur. Bizleri hayata hazırlarken çoğu zaman kendi hayatlarını yaşayamadıklarını bile fark etmemişlerdir.

Hiç düşündünüz mü? Bir yaşlı insan ve bir Çocuk neden çok iyi anlaşır.
Çünkü ikisinin arasında fark yoktur. Çocukta, yaşlıda aynıdır.
Yaşlı, Bakıma Muhtaç bir insan, Giydirirseniz giyer, Yemek verirseniz yer, Üşüdüğü zaman üzerini siz örterseniz ısınır. Siz dışarı çıkartırsanız temiz hava alır, tıpkı ufacık bir çocuk gibi.
.......................
Geçenlerde bir Doktor Arkadaşıma Kan Tahlili yaptırmak için Hastaneye gitmiştim;
Diğer hastalarını ihmal etmesini istemediğimden Hastalarını İçeri almasını rica etmiştim. Zaten beni yakın Gördüğünden olsa gerek pekte umursamaz, hastalarını ben yokmuşum gibi içeri alıp muayene eder ama yapmam gerekeni de söyler.

“Kan sonucun pekiyi değil demir eksikliğin var ilaç kullanman gerek” diyordu takıldım,
“sen beni boş Verde hasta al içeri iyiyim ben” diyordum ki;

Yaşlı bir Adam elinde ufak bir poşetle içeri girdi. Yanında gençten bir erkek vardı büyük ihtimalle ya oğlu yâda yakınıydı. içeri beraber girdiler sonra genç olan onu bırakıp çıktı
Yaşlı adam Sessizce selam dahi vermeden, boynunu bükmüş, üzgün bir vaziyette kimsenin yüzüne bakmadan Boş bulduğu bir koltuğa çekinerek ilişti
Yüzünde Yılların vermiş olduğu yorgun ve Kederli bir ifade vardı

İçeri giren bu yaşlı adamın hali dikkatleri çekmeyecek gibi değildi. Ben ve Doktor Arkadaşım birbirimizin yüzüne baktık kısa bir sessizlik sonrası doktor arkadaşım hastaya dönüp,

”buyurun hoş geldiniz “dedi, cevap vermedi yaşlı adam
Sessizce elindeki kâğıdı doktora uzatıp tekrar koltuğun kenarına ilişti kimsenin yüzüne bakmıyordu
‘’amca, bu raporu ne için istiyorsun!” diye sordu doktor arkadaş

Yaşlı adam sanki Ağlamamak için kendini zor tutuyor gibi Gözlerini yere indirdi
Utanır gibi bir hali vardı.
”Evdeki bazı olumsuzluklardan dolayı... Yaşlılar Evine gitmek istiyorum”
Doktor arkadaş ”yaş kaç’’ Diye sordu
Çok ağır ve yavaş konuşuyordu belli ki kelimelerini dikkatli seçiyordu konuşurken;

” yetmişi yaşadım” dedi
Bu yaşadım sözünde çok şey saklıydı 70 yaşından sonra bunlarda geldi başıma, ben bugünleri de gördüm der gibi

“peki “dedi Doktor arkadaş,...”Nerelisin”?
”Antep, Nizip”
”Hangi Tarihteyiz biliyor musun”?
”Yıl olarak mı? ...2012 yılındayız.”

Ben orda ki soru cevapları dinlerken diğer yandan da bu mağrur, içinde bulunduğu durumdan utanan bu yaşlı adamı inceliyordum.
Onca yıl onlara bakmış, okutmuş, büyütmüş bir kere bile of dememiş bir babaydı O

Şimdi ise babalarına karşı vefa borcunu ödeme sırası oğullarına, kızlarına gelmişti belki ama onlar Babalarını başından atmaya çalışıyorlardı,
Doktor arkadaşım raporu doldurup yaşlı adama uzattı ‘’Buyurun’’ …

Yaşlı Adam Doktor Arkadaşımın uzattığı Raporu aldı. Gözleri hala yere bakıyordu, bir kez bile başını kaldırıp Etrafına bakmadı, ağır hareketlerle yine geldiği gibi sessizce başı önde odadan çıkıp gitti..

 Ne demişler
Bir baba Beş evlada bakar ama Beş evlat bir babaya bakamaz